DEVA PARTİSİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI EVRİM RIZVANOĞLU: "BİZ AKBELEN'İ BİR VATANSEVERLİK MESELESİ OLARAK GÖRÜYORUZ"

DEVA PARTİSİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI EVRİM RIZVANOĞLU: "BİZ AKBELEN'İ BİR VATANSEVERLİK MESELESİ OLARAK GÖRÜYORUZ"
Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Çevre Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Evrim Rızvanoğlu, on binlerce ağacın kesildiği Akbelen’in kendileri için bir vatanseverlik meselesi olduğunu söyledi. Şirketlerin çıkarları uğruna yaşam alanlarının kurban edildiğini, Akbelen’de de eşi benzeri ...

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Çevre Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Evrim Rızvanoğlu, on binlerce ağacın kesildiği Akbelen’in kendileri için bir vatanseverlik meselesi olduğunu söyledi. Şirketlerin çıkarları uğruna yaşam alanlarının kurban edildiğini, Akbelen’de de eşi benzeri görülmemiş bir sürgün yaşandığını ifade eden Rızvanoğlu, "Failler belli; ilki milli değerimiz olan ormanları tahsis eden ve talana açan iktidar, ikinci ise vergilerimizle teşvik edilen malum şirketler” dedi.

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili ve Çevre Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Evrim Rızvanoğlu, Muğla Akbelen Ormanı’nda ağaçların kesilmesiyle ilgili Anka Haber Ajansı’na değerlendirmelerde bulundu.

Muhalefet olarak, her hükümet kararına itiraz etmek için ya da 'Ben haklıyım sen haksızsın' oyununu oynamak için TBMM’de bulunmadıklarını ifade eden Rızvanoğlu, yanlış kararlara, adaletsiz kararlara ve uygulamalara itiraz edeceklerini vurguladı. Türkiye'nin kalkınması için karar alındığında olayın insan hakları ve hakkaniyet boyutunun buzdolabına konulmayacağından emin olmak istediklerini belirten Rızvanoğlu, şunları dile getirdi:

“MİLLETVEKİLLERİ OLARAK BİZİM BERDİĞİMİZ KARARLAR GELECEK NESİLLERŞN HAYATINI ETKİLEYECEK: An itibari ile Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bulunan bizler, milletin temsilcileri, yani milletvekilleri sadece bugünün değil, geleceğin Türkiye’sinin de sorumluluğunu üzerimizde taşıyoruz. Bu sorumluluklardan biri de gelecek nesillere daha yaşanılabilir bir Türkiye bırakmak. Daha yaşanılabilir bir Türkiye'nin en temel unsurlarından biri de tabiat. İşte bu nedenle gelecek nesillere hakkıyla devretmemiz gereken miraslardan biri; bu ülkenin tabiatı. Yani ormanları, zeytinlikleri, akarsuları, gölleri ve bu doğal alanlara bağımlı yaşayan canlılar.  Biz buna nesiller arası adalet diyoruz. Bizden önceki kuşakların geçmişte verdiği kararlar nasıl bugünü yani bizleri etkiliyorsa, bizim verdiğimiz kararlar da gelecek nesillerin hayatını etkileyecek.

GÜNÜ KURTARMAYA YÖNELİK ÇÖZÜMLERDEN UZAK DURMALIYIZ: Bu nedenle özellikle doğayı ilgilendiren konularda bir proje geliştirmeden ve o projeyi uygulamaya koymadan önce her şeyi tüm boyutlarıyla iyice ölçüp tartmamız gerekiyor. Günü kurtarmaya yönelik çözümlerden uzak durmamız gerekiyor. Kısa vadeli çıkarlar üzerinden karar vermek değil, uzun vadeli toplumsal- milli çıkarlarımızı düşünerek karar almamız gerekiyor. Akbelen’de yaşanan da Türkiye'de eşi benzeri görülmemiş bir sürgün. Bir çevre sürgünü hikayesi. Akbelen’de İkizköylüler 4 senedir mücadele veriyor. Ve tam 2 senedir doğa nöbeti tutuyorlar. Köylülerin amacı belli; toprağını ekmek biçmek, yaşam alanını ve yaşam kaynaklarını korumak. Kısacası baba ocaklarında yaşamlarını sürdürmek. Akbelen meselesi çok boyutlu bir konu. Ama en önemli boyutu yöre halkının hayatlarının kökten değişecek olması. Bu bölgedeki termik santraller için 20’ye yakın köy yerinden edildi. Bu köylerde geleneksel yaşam sonlandırıldı, kültürler kayboldu.

BİZE BU TRAJEDİYİ YAŞATAN KİM? FAİLLER BELLİ: İkizköylüler de kaderleri aynı olsun istemiyor. Yaşamlarının bir günde değişmesine razı değiller. İkizköylüler zeytinliklerini, ormanlarını, tarım alanlarını, yaşamlarını ve daha da önemlisi geleceklerini korumak için seslerini yükseltiyorlar. Çünkü yaşam alanları; şirketlerin doyumsuzluğuna kurban ediliyor. Sadece bir şirketin çıkarları için köylünün hayatı darmadağın ediliyor. Yani kısacası yöre halkı sürgüne gitmek istemiyor. İkizköy’de insanlar iktidarın onlara dayattığı çevre sürgününe karşı çıkıyorlar. Peki bize bu insani trajediyi yaşatan kim? Bu sürgün hikayesinde mağdur kim? Failler belli: İlki; milli değerimiz olan ormanları tahsis eden ve talana açan iktidar. İkincisi; vergilerimizle teşvik edilen malum şirketler. Mağdur kim? Ana-baba ocaklarından ayrılmak zorunda bırakılan köylüler. Bu insanlar nereye gider, nasıl yaşar, nasıl geçinir umurlarında değil. Karar alırken insani duygularını buz dolabına koyan bir iktidar var karşımızda. İşte asıl tehlike ve üzerinde düşünülmesi gereken konu da bu. Bu iktidarın yoksullara karşı güçlüyle birlikte hareket etmesi, işte asıl konu bu. Bu yapılmasına izin verdiğiniz iş, vatandaşın hayatını felakete mi sürükler, doğayı bir daha onarılmaz şekilde tahrip mi eder, tarım ve hayvancılık üretimini negatif yönde mi etkiler? Böyle dertler, böyle kaygılar bu iktidarın defterinde yok. Onlar için önemli olan elde edilecek rant.

MİNİMUM 40 BİN AĞAÇ KESİLDİ DENİYOR: İktidar mensuplarının ellerini vicdanlarına koyması gerekiyor. Değer mi 75 yaşındaki Zehra Teyze’nin kalbini kırmaya? Değer mi 80 yaşındaki teyzelerin hasta yataklarından kalkıp ağaçlara sarılarak Ağıtlar yakmalarına? Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi 'Köylü milletin efendisidir.' Milletin efendisi köylüye nasıl bunu reva görürsünüz? Değer mi hiç? Peki; kaç ağaç kesildiğini bileniniz var mı? Hayır, bilmiyoruz. Çünkü söyleyen yok. Uzmanlara soruyoruz; 'Minimum 40 bin ağaç' diyorlar. On binlerce ağaç sadece 2,5 yıllık kömür ihtiyacı için feda edildi. İktidar tarafından ormanlar konusunda Anayasa ve uluslararası taahhütler açıkça çiğneniyor. Anayasa’nın 169. maddesinde yer alan 'Devlet, ormanların korunması için gerekli tedbirleri alır' hükmüne rağmen Akbelen iktidar eliyle adeta göz göre göre çölleştiriliyor.

EN ÖNEMLİ NOKTA İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ: Meselenin en ciddi noktalarından bir tanesi de iklim değişikliği. Akbelen, diğer ormanlar gibi iklim değişikliğinde önemli bir karbon yutak alanı. Yani iklim değişikliğine karşı bir tampon görevi görüyor. İktidar bir yandan ‘Paris İklim Anlaşması’ diyor, hedefler koyuyor. Bir yandan da bunun gereğini yapmıyor. Mesela, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı COP 26’da, Küresel Orman Finansmanı Taahhüdü'nü imzalıyor. Yani, 2030'a kadar ormansızlaşmayı ve arazi bozulmasını durdurma ve tersine çevirme sözü veriyor. Bir yandan da on binlerce ağacın canına, kendi köylüsünün geleceğine kıyıyor. Bir yandan da malum şirketin rehabilitasyon çalışmaları için 130 bin fidan dikeceği söyleniyor. Peki ya kaybolan koca bir ekosistem nasıl geri getirilecek? Bu mümkün mü? Uzmanları görevlendirip Akbelen’deki tahribatı ölçtünüz mü? Ölçmediyseniz, bu rehabilitasyonu neye göre yapacaksınız? Bir de kömür çıkarılacak alanda kesilecek ağaçların kat kat fazlasını farklı yerlere dikeceğiz diyorsunuz. Öyleyse, dikilecek ağaçların, eskilerine kıyasla ne kadar karbon tuttuğunu da açıklamanızı bekliyoruz. Hatta ben size basit bir hesap yapayım; mesela, 0-5 yaşındaki bir ağaç 2,2 kilogram karbondioksit tutarken, 80 yaşındaki bir ağaç 37 kilogram karbondioksit tutuyor. Yani; yeni dikilen bir ağacın tam fonksiyonlarını yerine getirmesi için ortalama 100 yıl lazım.

RESMEN POTANSİYELİMİZLE KAVGA EDİYORUZ: Akbelen’de özellikle ülkemizin enerji ihtiyacı üzerinden bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Deniyor ki ‘Bu sahada faaliyet sürmez ise 2024 yılında burada elektrik üretimi duracak.’ Verilere bakalım. Şirket ne diyor? Buradaki iki termik santralin Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yüzde 2,5’ini karşıladığını, ormanın altında 33,3 milyon ton linyit yatağı olduğunu söylüyor. Bu rakam iki termik santralin sadece 946 günlük yakıt ihtiyacını karşılayabiliyor. Bir de dünyaya bakalım. Dünya artık kömüre değil, yenilenebilir enerjiye yöneliyor. Dünya, ‘Temiz enerji’ diyor. Türkiye ise güneş ve rüzgar enerjisini yeteri kadar kullanamıyor. Türkiye, elektrik üretiminin sadece yüzde 17’sini bu iki kaynağa dayalı santrallerden karşılıyor. Resmen; potansiyelimizle kavga ediyoruz.

NEDEN YENİLENEBİLİR ENERJİYİ ÖNCELEMİYORUZ?: Neden böyle bir coğrafyaya sahipken, yenilenebilir enerjiyi öncelemiyoruz? Neden bol güneşli Muğla’da güneş santralleri kurmuyoruz? Son olarak konunun halk sağlığı boyutuna değinmek istiyorum. Eğer 2018-2043 yılları arasında, her bir termik santral 50 yaşını dolduruncaya kadar çalışmaya devam ederse; 5 bin 300 insan daha erken ölecek. İnsanlar termik santrallerde ekmek parası için sağlıklarını kaybetme pahasına çalışıyorlar. Öyleyse, insanlara neden daha iyi bir çalışma ortamı sunmuyorsunuz? Neden insan hayatına yakışan işler sunmuyorsunuz. Akbelen ekonomisini neden zeytincilik üzerine inşa etmiyorsunuz? Güçlü devlet demek; insanını yaşatan, vatandaşının sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını koruyan, ormanına, çevresine, doğasına sahip çıkan, köylüsünü üzmeyen, ezdirmeyen devlettir. Güçlü devlet, vatandaşına insan hayatına yakışır işlerde çalışma imkanını tanır. Biz Akbelen’de bunların hiçbirinin korunduğunu görmüyoruz.

AKBELEN’DE YAŞANANLARI TÜRKİYE’YE YAKIŞTIRMIYORUZ: Aksine yöre halkının istek ve taleplerini görmezden gelip, daha çok rant için ormanlarımızın kesilmesine izin veriyorlar. İktidar tarafından içinde bulunduğumuz yıl ‘Yeni Türkiye Yüz Yılı’ olarak atfedilirken, Akbelen’de yaşananları biz Türkiye’ye yakıştırmıyoruz. Türkiye'nin kalkınmaya ihtiyacı var. Türkiye'nin kalkınmak için enerjiye de ihtiyacı var. Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılıktan kurtulmaya da ihtiyacı var. Bu şüphesiz. Bu konuya çözüm getirecek akılcı politikalara kimsenin itirazı olamaz. Biz muhalefet olarak her hükümet kararına itiraz etmek için burada değiliz, biz ben haklıyım sen haksızsın oyununu oynamak için de burada değiliz. Biz yanlış kararlara, adaletsiz kararlara ve uygulamalara itiraz etmek için buradayız. Biz Türkiye'nin kalkınması için karar alındığında olayın insan hakları boyutunu, olayın hakkaniyet boyutunun buzdolabına konulmayacağından emin olmak için buradayız. Biz Akbelen’i bir vatanseverlik meselesi olarak görüyoruz."