Blog

  • ÖZGÜR ÖZEL: ANKARAGÜCÜ KULÜBÜ BAŞKANI FARUK KOCA’NIN MAÇ SONRASI FIFA KOKARTLI HAKEMİMİZ HALİL UMUT MELER’E YUMRUK ATMASIYLA BAŞLAYAN ŞİDDET OLAYLARINI KINIYORUM

    ÖZGÜR ÖZEL: ANKARAGÜCÜ KULÜBÜ BAŞKANI FARUK KOCA’NIN MAÇ SONRASI FIFA KOKARTLI HAKEMİMİZ HALİL UMUT MELER’E YUMRUK ATMASIYLA BAŞLAYAN ŞİDDET OLAYLARINI KINIYORUM

    CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Ankaragücü Kulübü Başkanı Faruk Koca’nın maç sonrası FIFA kokartlı hakemimiz Halil Umut Meler’e yumruk atmasıyla başlayan şiddet olaylarını kınıyorum. Şiddetin spor sahalarından kazınması için bugüne kadar yeterli önlem almayanları tekrar göreve davet ediyorum” dedi.

    MKE Ankaragücü-Çaykur Rizespor, bu akşam Eryaman Stadyumu’nda karşı karşıya geldi. Beraberlikle biten maçın sonunda Ankaragücü Kulübü Başkanı Faruk Koca, sahaya girerek maçın hakemi olan FİFA kokartlı Halil Umut Meler’e yumruk attı. Eski AKP Milletvekili Faruk Koca’nın attığı yumruk nedeniyle Meler’in gözü morardı.

    CHP Genel Başkanı Özgür Özel, yumruklu saldırıyı X hesabından şu mesajla kınadı:

    “Ankaragücü Kulübü Başkanı Faruk Koca’nın maç sonrası FIFA kokartlı hakemimiz Halil Umut Meler’e yumruk atmasıyla başlayan şiddet olaylarını kınıyorum. Şiddetin spor sahalarından kazınması için bugüne kadar yeterli önlem almayanları tekrar göreve davet ediyorum.”

    DAVUTOĞLU: BALIK BAŞTAN KOKAR

    Öte yandan Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu da şu mesajı yayınladı:

    “Balık baştan kokar! Türkiye Süper Ligi’nde bu gece yaşanan skandal, ne kadar büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzun habercisidir. Kutuplaşma ve nefret dili bizi buraya getirdi. İhtiyaç duyduğumuz, ötekisi olmayan, spordan keyif alan, birliktelikten mutlu olan bir ülkedir. Suçluları cezalandırın. Hakem Halil Umut Meler’e geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum.”

     

  • TBMM BÜTÇE GÖRÜŞMELERİ… BAŞARIR’DAN AKP’YE CAN ATALAY TEPKİSİ: “HALA BİR MİLLETVEKİLİ TUTUKLU. 80’DE EVREN PAŞA YAPIYORDU ŞİMDİ SİZ YAPIYORSUNUZ, HİÇBİR FARKINIZ YOK”

    CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır, TBMM’de AKP Genel Başkanvekili Efkan Ala ve Grup Başkanı Abdullah Güler’i; “Mavi Marmara Gemisi’nden ölenler için dönemin Başbakanı, ‘Bana mı sordular’ dedi. Bence bundan yüzünüz kızarmalı. Filistin’i bombalayan jetlerin yakıtları Türkiye’den gidiyor. Hiç bundan utanmıyor musunuz? Hala bir milletvekili tutuklu. 80’de Evren Paşa yapıyordu, şimdi siz yapıyorsunuz, hiçbir farkınız yok” sözleriyle eleştirdi.

    TBMM Genel Kurulu’nda 2024 bütçe görüşmeleri bugün başladı. Bütçe teklifinin tümü üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanvekili Efkan Ala ve Grup Başkanı Abdullah Güler konuştu.

    “80’DE EVREN PAŞA YAPIYORDU, ŞİMDİ SİZ YAPIYORSUNUZ. HİÇBİR FARKINIZ YOK”

    Ala ve Güler, konuşmaları esnasında CHP ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yönelik eleştirilerde bulundu. Bunun üzerine iktidarın uygulamalarını eleştiren CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır, şunları söyledi:

    “Mavi Marmara Gemisi’nden ölenler için dönemin Başbakanı, ‘Bana mı sordular’ dedi. Bence bundan yüzünüz kızarmalı. CHP tarihine bakarsanız İsmet Paşa’dan bugüne kadar bizim gençlerimiz Filistin’de savaşmış, eğitim görmüştür, Starbucks basmamıştır. S-400’ler ve F-35’lerin parasını alabildiniz mi, ‘Paramızı verin’ diyebildiniz mi, kullanabildiniz mi? Rusya’ya, ‘Sen kimsin, benim paramı vermiyorsun’ diyebildiniz mi? Sayın Bakan, eğer yüzünüz kızaracaksa İsrail saldırısından hemen sonra ABD, İsrail’e 5 milyar dolar yardım etti, ne diyebildiniz? Filistin’i bombalayan jetlerin yakıtları Türkiye’den gidiyor. Hiç bundan utanmıyor musunuz?

    “ANAYASA MAHKEMESİ OLMASA, İDAM CEZASI OLSAYDI ASMIŞTINIZ”

    Kendi yarattığınız canavarlar Ergenekon, Balyoz’da pırıl pırıl askerleri, milletvekillerini ağırlaştırılmış hapse mahkum etti. O Anayasa Mahkemesi olmasaydı ve idam cezası olsaydı asmıştınız Tuncay Özkan’ı. İlker Başbuğ’u asmıştınız. O zaman Anayasa Mahkemesi vardı, şimdi yok öyle mi? Bir yasak göreceksem milletvekilleri gazeteciler sizin döneminizde tutuklu. Hala bir milletvekili tutuklu. 80’de Evren Paşa yapıyordu, şimdi siz yapıyorsunuz, hiçbir farkınız yok.”

    AKP Genel Başkanvekili Ala, Başarır’a şu yanıtı verdi:

    “CHP sürekli millet iradesine karşı durmuş, 28 Şubat’ın arkasında durmuş, muhtıralardan yana olmuştur. Bize Filistin’den bahsediyorsunuz. Ambargo nedir biliyor musunuz? Silah gönderebilsek göndermez miyiz? Hiç kimse onlara bir şey diyemezken biz onlara gerekli tavrı koymuşuz. İHA – SİHA almak istediğimizde satmıyorlardı ‘etkili silah’ diye.”

    BEŞTAŞ: SİZ AİHM’E DEĞİL ARTIK AYM’YE DE UYMUYORSUNUZ

    HEDEP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş da AKP Grup Başkanı Güler’in konuşmasına şu tepkiyi gösterdi:

    “Yani bu AİHM’le ilgili istatistikleri verirken kötülükte bu kadar yarışacağınızı hayal edemezdim. Sayın Güler özetle şunu söyledi, dedi ki: ‘Biz kötüyüz ama başkası da kötü, biz biraz daha kötüyüz.’ Ya, böyle bir şey olabilir mi? ‘Demokraside özgürlüklerde, hukukun üstünlüğünde yarışıyoruz’ demediniz, diyemediniz ve üstelik bütün istatistikleri, bütün araştırmaları, uluslararası, global bütün değerlendirmeleri de elinizin tersiyle ittiniz ama kendiniz de aynı istatistiklerden farklı şekilde faydalandınız.

    AİHM’ye az başvuru yok. Adalet ve Kalkınma Partisi yasa değiştirme konusunda gerçekten takdir ettiğim bir parti, inanılmaz değişikler yapıyor. AİHM’e bireysel başvuruyu kabul etti, böyle, yüzde 50 oranında başvuru düştü 5233 sayılı Yasa’yla ilgili. Yüz binlerce başvuru vardı, başvurular milyona vardı; pilot karar aldırdı AİHM’e görüşmelerle, diplomasiyle; 5233 sayılı Yasa’yla onu da kesti. Siz AİHM’e değil artık AYM’ye de uymuyorsunuz. Can Atalay kararı ortada yani Meclis’ten hâlâ buna bir cevap gelmedi.”

     

  • TBMM’DE BÜTÇE GÖRÜŞMELERİ… EFKAN ALA: “TÜRKİYE’Yİ DEFOLU DEMOKRASİDEN KURTARDIK, ŞİMDİ DE HEDEFİMİZ İLERİ DEMOKRASİ… TÜRKİYE AK PARTİ İLE SİYASİ ANLAMDA BİR MAKAS DEĞİŞTİRDİ”

    AKP Genel Başkanvekili Efkan Ala, TBMM Genel Kurulu’nda bütçe görüşmelerinde; “AK Parti reformların partisidir. AB’ye tam üyelik müzakerelerini biz başlattık. Sessiz devrimler gerçekleştirdik. Vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlükleri konusunda birçok reformlar gerçekleştirdik… Türkiye’yi defolu demokrasiden kurtardık, şimdi de hedefimiz ileri demokrasi. Vesayet rejimine son verdik… Türkiye AK Parti ile siyasi anlamda bir makas değiştirdi” dedi.  

    TBMM Genel Kurulu’nda 2024 bütçe görüşmeleri bugün başladı. Bütçe teklifinin tümü üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanvekili Efkan Ala ve Grup Başkanı Abdullah Güler konuştu.

    “ADALETSİZ GÜÇ ZULÜM ÜRETİR”

    AKP Genel Başkan Vekili Efkan Ala, şunları söyledi:

    “Dünya bugün; savaş, göç, yoksulluk, gelir adaletsizliği, eşitsizlik, küresel tehditlerle karşı karşıyadır. Bu sorunları çözmesi gereken uluslararası kuruluşlar, problemlerin kendisi haline gelmiştir… Çözüm üretme kapasitelerini kaybetmişlerdir. Uluslararası mekanizmalar enkaz altındadır. Dünyada her 10 insandan biri sağlıklı beslenmekten mahrumdur… Küresel sistemin kriz ürettiği bir karmaşa dönemi yaşıyoruz. Güçlünün haklıyı ezdiği bir savrulma ile karşı karşıyayız. Merhametsiz zenginlik sefalet, adaletsiz güç zulüm üretir. İşte bizim kavgamız bu zulüm düzeniyledir…

    Filistin’de mücadele edenleri terörist diye tanımlamak izahı mümkün olmayan bir hezeyandır, gaflettir. Şimdi de çıkmış Filistin’den bahsediyorsunuz. Siz kim, Filistin kim. Filistinlilere karşı bu ayıbın ortadan kalkması mümkün değil. Filistinlilere karşı yaptığınız bu ayıbı, siyasi hayatınız boyunca temizleyemeyeceksiniz. Bu utanç verici cümleler CHP tarihine kara bir leke olarak geçmiştir. Bu millet sizi asla affetmeyecektir. Ülkesini işgale karşı korumak mı terör? Çocukları korumak mı terör? Soykırıma karşı direnmek mi terör? Gazze, Filistin toprağıdır…

    “HEDEFİMİZ İLERİ DEMOKRASİ”

    Türkiye’nin kendi otomobiline sahip olma hayalini gerçekleştirdik. Devrim Otomobili’nden, devrin otomobiline yürüdük. TOGG’u Türkiye’ye armağan ettik.

    Ekonomimizi üç kat büyüttük. Türkiye, bugün 32 milyon insana istihdam sağlıyor. Üniversite kapısında, bugün kimse beklemiyor; başı açık, başı kapalı… AK Parti reformların partisidir. AB’ye tam üyelik müzakerelerini biz başlattık. Sessiz devrimler gerçekleştirdik. Vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlükleri konusunda birçok reformlar gerçekleştirdik… Türkiye’yi defolu demokrasiden kurtardık, şimdi de hedefimiz ileri demokrasi. Vesayet rejimine son verdik… Türkiye AK Parti ile siyasi anlamda bir makas değiştirdi…

    Sıkışınca Millî Mücadele diyorsunuz. Millî Mücadele milletindir. Siz milleti CHP’den ibaret mi zannediyorsunuz? Çok partili hayata geçtiğimizden beri ceketinizi çıkarsanız asacak bir çiviniz yok memlekette…”

    “İSRAİL’DE BASIN ÖZGÜR, BİZDE DEĞİL ÖYLE Mİ?”

    AKP Grup Başkanı Abdullah Güler ise şu değerlendirmeleri yaptı:

    “Darbelere maruz kaldık. İnsanlarımız asıldı. Bedeller ödedik… Nereden fonlandığı belli olmayan bir sürü rapor, çeşitli vesilelerle karşımıza çıkarılıyor… Kim bu uzmanlar? Kimden ne şekilde katkı aldıkları belli değil. Türkiye’yi adını bile duymadığımız ülkelerle aynı sıraya koyan bir endeksi, bilimsel kriterlere göre mi değerlendireceğiz; yoksa bizleri siyaseten, algı üzerinden boğma hevesi ile mi?.. Malum çevreler, Demokrasi Endeksi hazırlamış. Kriteri belli değil. İlk 30’da İsrail var…

    Bilimsel veri mi istiyorsunuz? O zaman Türkiye’nin de taraf olduğu, AİHM’deki davaların değerlendirmesine bakalım. Herkese açık. İstatistiklere bakıldığında, ülkemizin AİHM kararlarını icra etme oranı yüzde 89,48. Buyurun size bilimsel veriler. Türkiye’ye karşı AİHM’de açılan davalarda ihlal oranı yüzde 1…

    Basın Özgürlüğü Endeksleri. 2023 yılında güya Türkiye, 180 ülke arasında 165. sıradaymış. Aynı hikmetten kaynaklı olsa gerek, sadece bir tweeti retweet eden 17 yaşındaki birinin evini basıp tutuklayan Fransa 24. sırada. 7 Ekim’den bu yana 70’ten fazla gazeteciyi öldüren İsrail, o listede 97. sırada. İsrail’de basın özgür, bizde değil öyle mi?..

    22’nci bütçemizi yapıyoruz. Tarihi yürüyüşümüze Cumhur İttifakı ile birlikte devam edeceğiz. Ekonomimizi yapısal sorunlardan kurtarmak, kamu maliyemizi her türlü riske karşı dirençli kılmak gece gündüz çalışmaya devam edeceğiz.”

     

  • TBMM BÜTÇE GÖRÜŞMELERİ… NUMAN KURTULMUŞ YENİDEN KONUŞTU CHP İTİRAZ ETTİ: “AKP GRUP BAŞKANVEKİLİ DEĞİL, TBMM BAŞKANISINIZ”

    TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in bütçe konuşmasında kendi ismini anması nedeniyle yeniden söz aldı. CHP’nin itirazları eşliğinde konuşan Kurtulmuş, “Eğer benim ismimi vermeseydiniz hiçbir şey demezdim. Cumhuriyet tarihinde de üç tane mesele var. 1960 Darbesi, 28 Şubat Darbesi ve 27 Nisan Muhtırası var. Bunların yanında kim var, bunların karşısında kimler var” dedi. CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır, Kurtulmuş’a, “AKP Grup Başkanvekili değilsiniz, siz TBMM Başkanısınız” diye seslendi.

    Meclis Genel Kurulu’nda 2024 bütçe görüşmeleri bugün başladı. Bugünkü birleşimi yöneten TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş açılış konuşmasını yaptı.

    “AKP GRUP BAŞKANVEKİLİ DEĞİL, TBMM BAŞKANISINIZ”

    Ancak CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in konuşmasından kendisinden söz etmesi üzerine Kurtulmuş bir kez daha konuştu. CHP milletvekilleri ise Kurtulmuş’un tarafsız olmak yerine AKP iktidarını savunduğunu belirterek, ikinci kez konuşmasına itiraz etti.  CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır, Kurtulmuş’a, “AKP Grup Başkanvekili değilsiniz, siz TBMM Başkanısınız” diye seslendi.

    Meclis İçtüzüğü’nün 64’ncü maddesinin kendisine savunma hakkını verdiğini belirten Kurtulmuş, şöyle konuştu:

    “Sayın Özel telefon etti, doğrudur. ‘Bu konu ile ilgili Danışma Kurulu toplantısı yapalım’ dedi. Filistin Meclis Başkanı’nı ağırlayacağımızı söyledim. ‘Vakit bulabilirsek o tören bittikten sonra olabilir’ dedim. Ama ne saat üç dedik, ne beş. O sırada Meclis’i yönetecek olan Bekir Bozdağ burada… Maksadımızın dışında saat verilerek o gün toplantı sözü verilmiş gibi bir hava oluşturulmaya çalışıldı. Türkiye’de verilen siyasi mücadelenin hangi badirelerden geçerek bu noktaya geldiğini tartışma imkanı olsa. Sözlerinizde şu çağrışımı kabul etmiyorum: Sevr’i savunanları savunuyormuş; İngiliz, Amerikan mandacılarını savunuyormuş bir haleti ruhiye içinde olmayın. Yakın dönem siyasi tarihe ilişkin altı olayın ismini vereceğim. Üç tanesi Osmanlı Dönemi’nde, üç tanesi Cumhuriyet döneminde oldu. Birincisi Bab-ı Ali Baskını, Feriye Baskını, Abdülhamit Han’ın halli. Bu üç olayın arkasında kim var, yanında kim var? Bunları araştırın. Cumhuriyet Dönemi’nde de… Eğer benim ismimi vermeseydiniz hiçbir şey demezdim. Cumhuriyet tarihinde de üç tane mesele var. 1960 Darbesi, 28 Şubat Darbesi ve 27 Nisan Muhtırası var. Bunların yanında kim var, bunların karşısında kimler var?”

     

  • TBMM’DE BÜTÇE GÖRÜŞMELERİ… ÖZGÜR ÖZEL: “VERGİ SİSTEMİNİ ARTIK TABANA DEĞİL, TAVANA YAYMANIN ZAMANI GELMİŞTİR”

    TBMM’DE BÜTÇE GÖRÜŞMELERİ… ÖZGÜR ÖZEL: “VERGİ SİSTEMİNİ ARTIK TABANA DEĞİL, TAVANA YAYMANIN ZAMANI GELMİŞTİR”

    CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın da katıldığı TBMM Genel Kurulu’nda 2024 bütçesinin görüşmelerinde, “Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, seçimden önce defalarca ‘gelecek’ dediğiniz gelmeyen, seçim garantisi isteyen, seçimden sonra yetki isteyen, ‘Ben bilirim’ diyene; ‘Öyle dersen olmaz. Bunu dünyanın bildiği gibi yapacağız’ diyen, kendi deyimiyle ‘irrasyonel politikaları terk edip rasyonel işler’ yapacak olan Bakanınız Mehmet Şimşek, daha geçen hafta ‘Vergiyi tabana yaymak durumundayız’ dedi. Bir ezberden kurtulup yüzde 89’unu garibanların yüzde 11’ini kodamanların verdiği bu vergi sistemini artık tabana değil, tavana yaymanın zamanı gelmiştir. Beyefendiye onu hatırlatın. Bu konuştuğumuz konu, gerçekten iç daraltıcı bir konu. Ama emin olun ne tekniktir ne teoridir. Tamamen siyasidir. Siyaset, öncelik belirleme işidir. Siyaset, tarafını belirleme işidir. Siyaset taraf olma, taraf tutma işidir. Bu bütçede eğer siz, bu yüzde 89’u veren garibanlardan taraf olacaksanız bu bütçeye bizimle birlikte ‘hayır’ diyeceksiniz. ‘Yok, bu kirli düzen sürsün’ diyecekseniz o zaman ‘yüzde 11, 11’de kalsın’ deyip bu beyefendilerin getirdiği bu bütçeye ‘evet’ diyeceksiniz. Bu sizin vicdanınızla sizin aranızda olandır” diye konuştu.

    TBMM Genel Kurulu’nda 2024 Bütçe Kanunu Teklifi’nin görüşmeleri bugün başladı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel şunları söyledi:

    “CUMHURİYETİN İKİNCİ YÜZYILININ İLK BÜTÇESİNDE KARŞINIZDA OLMANIN HEYECANI VE SORUMLULUĞU İÇİNDEYİM”

    “Bütçe görüşmeleri hem bu Meclis açısından hem hangi Meclis’te görüşülüyor olursa olsun son derece önemli, teknik tarafı olan, bir yandan da bir ritüeli olan, bir yandan rakamların konuşulduğu ekonomik göstergelerin konuşulduğu ama diğer yandan ülkenin politikasının tamamının değerlendirildiği, tarımdan savunma sanayine, milli eğitim politikalarından çevre politikalarına kadar tüm bir siyasetin hep birlikte tartışıldığı çok önemli müzakerelerdir. Bütçe konuşmaları elbette yapıldıkları tarihin gündelik tartışmalarına elbette o günün hararetini barındırırlar. Tutanakta yerlerini alıp yıllar sonra da incelenecek metinler oldukları için aşkın zamanlı metinler olmaları ve geleceğe de söz söylüyor olmaları gerekmektedir. Bu anlamda bugün Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk bütçesini yapıyor olmak, bu bütçe üzerinde konuşuyor olmak ve bu bütçe üzerinde tam 14 gün boyunca müzakere yapacak olmak bambaşka bir yükü, bambaşka bir sorumluluğu bu kürsüyü iki hafta boyunca kullanacak herkesin omuzlarına yüklemektedir.

    Cumhuriyetin ilk bütçesini yapmış, büyük bir kalkınmayı gerçekleştirmiş, büyük bir sıçramayı başarmış; bırakın sanayileşmeyi toplu iğnesi bile yokken Sümerbankları kurmuş, uçak fabrikaları kurmuş, kağıt fabrikaları kurmuş, bankalar kurmuş, atılımlar yapmış, kendi aşısını üretmiş aşılarını dünyaya ihraç etmeyi başarmış genç bir Cumhuriyetin ilk dönem kurucu iradeyi temsil eden kurucu kadrolarının kurduğu partinin bugünkü genel başkanı olarak Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk bütçesinde karşınızda olmanın heyecanı ve sorumluluğu içindeyim.

    Parlamentoda 335 arkadaşımız ilk kez bütçe yapmanın heyecanını yaşıyorlar. Daha önce 265 arkadaşımızla 5 kez bütçeleri tartışmıştık. Parlamento ile bütçe, Meclis’te yer almak ile bütçe hakkı egemenliğin kullanılmasıyla, bütçe hakkının kullanımı arasında varoluşsal bir ilişki var. Birbirinden beslenen ve birbirinden ayrılmaz iki haktan bahsediyoruz. Bütçe hakkı yani gelirleri, kamu harcamalarını ve giderleri belirleme açısından son derece önemli son derece kıymetli bir hak. Giderleri belirleyeceğiz, onaylayacağız, denetleyeceğiz, gelirlere karar vereceğiz. Bütçe hakkı dediğiniz devletin vergileri toplayan sağ eliyle, hizmeti yapan şefkatli sol elinin dengesinin kurulmasıdır. Hep beraber 2 hafta boyunca bu dengeyi konuşacağız ve bunun üzerinde tartışacağız.

    “1876 MECLİS-İ MEBUSAN İLE BİRLİKTE BÜTÇE HAKKI ELDE EDİLDİ”

    1215’te İngiltere Kralı Yurtsuz John Times Nehri kenarında ayaklananlarla bir anlaşma imzaladı. O günden beri toplanacak bütçenin, toplayan dışında birileri tarafından da tartışılıyor olması gündeme geldi. O anlaşmayı bir çayırda imzaladılar bir şatoları olmadığı için, bir sarayda toplanamayacakları için değil; tarafsızlığa ve eşitliğe vurgu yapmak için çayırdaydılar. 1215’ten 1689’a kadar yeniden anlaşmazlıklar, savaşlar, yeni anlaşmalarla bir süreç gitti ama 1689 Haklar Beyaannamesi’nde artık bütçelerin bir yıllığına yapılması, toplanacak paraların ve yapılacak hizmetlerin yazılı olarak verilmesi ve bu konuda vergiyi vereceklerin ve hizmeti alacakların rızasının açıkça alınması yani bugün yaptığımız bütçeye benzer bütçelerin yapılması söz konusu oldu. Bunun insanlık açısından en önemli kazanımlardan biri olduğu konusunda anayasacıların hiçbir çelişkisi, şüphesi yok.

    Avrupa’dan ve dünyadan çok gecikmeli olarak 1808 yılında Sened-i İttifak, padişah ile ayanlar arasında, padişahın yetkilerinin kısıtlanmasına doğru bir adım atılabileceğinin beyanı, demokrasi tarihimiz açısından hemen sonuç doğurmayacak olsa da ilk adım, anayasa sahibi olma süreci için kritik bir ilk adım gerçekleştirildi. Ardından 1876 Meclis-i Mebusan ile birlikte bütçe hakkı elde edildi ama 3 ay sonra kapanan Meclis 33 yıl boyunca kapalı kalacağı için bütçe hakkının kullanılması, gensoru hakkı, güvenoyu hakkı ancak İkinci Meşrutiyet ile birlikte 1908 yılına kadar beklenerek kullanılabilir hale geldi. Hiç şüphe yok 1808 Sened-i İttifak’ın önemi ortada. Bu konuda anayasacılar kıymetlendiriyorlar, bütçeciler kıymetlendiriyorlar. Bizim gibi bir demokrasi yürüyüşüyle övünenler bunun sonra bir Cumhuriyete sonra çok partili bir rejimi evrilmesinden gurur duyanlar Sened-i İttifak’tan övünerek bahsediyorlar.

    “SAYIN NUMAN KURTULMUŞ ŞÖYLE DER”

    2009 yılıydı AKP’nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan çıktı ve dedi ki, ‘Bu millete 200 yıldır istikamet dayatıyorlar.’ O gün 200 yıl geriye gidilince karşımıza Sened-i İttifak geldi. Padişahın yetkilerinin kısıtlanması ve tek adamın yetkilerinin ilk kez tartışılması. O tek adam rejiminden demokrasiye geçiş konusunda Recep Tayyip Erdoğan’ın temelden bir itiraz yaptığını kayda geçirmek isterim. Benzer bir yaklaşımda her ne kadar Meclis Başkanımız bugün tarafsız bir riyaset makamında oturuyor, sıcak tartışmaların içine girmiyor ya da girmemesi gerekiyor olsa da kendisinin partisinin genel başkanvekilliği yaptığı sırada sahiplendiği bir tanımlamayı da hatırlayarak sözlerimi açmak isterim. Sayın Numan Kurtulmuş şöyle der; ‘Biri genç Türklerden başlayıp bugünkü CHP’ye kadar gelen bir siyasi akım ve onun karşısında her aşamada 150 yıldır onlarla karşı karşıya gelmiş ikinci bir siyasi akım var. Türkiye‘de iki ana yol var biri; genç Türklerden CHP’ye giden yoldur, biri de bizim yolumuzdur’ der. Bunu bir kez, iki kez değil, görevi icabı Anadolu’nun dört bir yanında tekrarladı.

    “BİZ ANAYASAYI VE MECLİS’İ SAVUNAN YOLUZ. DİĞER YOL MEŞRUTİYETİN İLANINDA SONRA MECLİS’İ 33 YIL KAPALI TUTAN YOLDUR”

    Biz karşıtlıklar üzerinden bir siyaset örmeye bugün için pratik bir fayda yüklemesek de Numan Beyin ortaya koyduğu o iki yolun nereden başlayıp nelerle karşılaşıp nereye vardığını da hatırlamak gerekiyor. Örneğin; biz anayasayı ve Meclis’i savunan yoluz. Diğer yol Meşrutiyet’in ilanından sonra Meclis’i 33 yıl kapalı tutan yoldur. Biz İkinci Meşrutiyet için canını ortaya koyanların yoluyuz, diğer yol Damat Ferit hükümetinin yoludur. Biz Sevr’i yırtıp atıp Lozan’ı yapanların yoluyuz, diğer yol Sevr’e imza atanların yoludur. Biri İstanbul fetvasıyla Mustafa Kemal ve arkadaşlarına idam isteyenlerin yoludur, diğeri Ankara fetvasıyla milli mücadeleyi sahiplenenlerin yoludur. Biri milli mücadele aleyhinde bildiri yayınlayıp İngiliz uçaklarından attıran İskilipli Atıf’ın yoludur, diğeri Ankara Müftüsü milli mücadeleye destek olan Rıfat Börekçi’nin yoludur. Biri 6. Filo gelince ona karşı direnen solcu öğrencilerin karşısına dikilenlerin yoludur, bizim yolumuz 6. Filoyu denize dökenlerin yoludur. Bizim yolumuz Meşrutiyetler ilan eder, Meclisler kurar, tek adamın yetkilerini millete, Meclis’e verir, diğer yol 16 Nisan rejime kasteden anayasa değişikliğiyle bu Meclis’in elinden sözlü soruyu, gensoruyu, güvenoyunu alır Meclis’in yetkilerini saraya devreden yoldur.

    Bugün bu tartışmanın Türk demokrasi tarihi açısından 200 yıllık, dünya demokrasi tarihi açısından 800 yıllık kazanımlardan dramatik bir geri gidişe itiraz olduğunu tespit etmek isterim. Hatırlatmak isterim ki Cumhuriyetin ilk çeyreğinde, Cumhuriyetin ilk bütçelerini CHP yaptı. CHP’nin, Cumhuriyetin kurucu kadroları, devleti gerçek anlamda güçlendirmenin en temel yolunun güçlü ve milli bir ekonomi yaratmak, toplumun refahını yükseltmek olduğunu gayet iyi biliyorlardı. 1923’te İzmir İktisat Kongresi’ni toplayarak başladılar. Toplumun tüm paydaşlarını bu kongreye davet ettiler. Alınan kararlar ışığında ülkede sermayenin çok kıt olduğu gerçeğine rağmen önce ulaşım altyapısını oluşturdular. Bütün Türkiye coğrafyasına yayılacak şekilde temel ihtiyaçların üretimi için fabrikalar, bankalar, ekonomik teşekküller kurdular. Bu öngörülü ve kararlı akıl 1929’da dünya ekonomik krizine anında ve doğru tepkiler vererek genç Cumhuriyetin erken dönem kazanımlarını korumayı başarıyordu. Hepimizin hala övünerek söylediği 10. Yıl Marşı’ndaki demir ağlarla örülen memleket, okuma yazma ve eğitim seferberliğiyle her yaştan yaratılan genç nüfus, kurulmuş yüzler kamu iktisadi teşekkülü, üretime dayalı bir ekonomiyle ülkemizi hızlı kalkındırdı.

    Türkiye ekonomisi 15 yılda tam yüzde 196 büyüdü. Türkiye ekonomisi büyürken ve başarıya ulaşırken Cumhuriyetimizin kurucu kadrolarının feraseti ve öngörüsüyle ülkemiz İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalmayı, bir büyük yıkımdan, bir büyük savaştan belki toprak kayıplarından ama bir kenarda oluşan milli bakiyenin de ortadan kalkmasından bu toprakları ve genç Cumhuriyeti koruyordu. İkinci Dünya Savaşı oldu. Savaşından taraflarından askeri olarak kazananlar oldu ama ekonomik yıkım büyüktü. Ekonomik yıkım sırasında birileri hızla kalkınmaya, yaraları sarmaya, sanayileşmeye, bilime ve akılcı kalkınma programlarına sarılırken maalesef o dönemden itibaren artık Türkiye devrimcilik ilkesinin de ruhuyla, büyük bir seferberlikle hem iktisadi hem insani hem siyasi hem sosyal alandaki CHP’nin yaptığı devrimlerden ve yaptığı bütçelerden mahrum kalacaktı.

    “SON 20 YILDAKİ YOKSULLAŞTIRAN, İŞSİZLEŞTİREN, EMEĞİ UCUZ İŞ GÜCÜ HALİNE GETİREN, BÜTÇELERİN BİR TEKRARI”

    Cumhuriyetin ilk yüzyılının ilk çeyreğindeki bu büyük atılımdan sonra CHP uzun süre tek bütçe yapamayacak, tek başına bütçe yapmak, milli ekonomi yaratmak bu değerleri savunmak bu anlayışla yol yürüme imkanından ülke de mahrum kalacaktı. AKP, Cumhuriyetin ilk yüzyılının neredeyse son çeyreğinde bütün bütçeleri yaptı. AKP bu bütçeleri yaparken özellikle şu hedefi ortaya koyuyordu. ‘Biz Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyanın en güçlü 10 ekonomisi içine sokacağız.’ Bugün üzülerek görüyorum ki bu bütçe Cumhuriyetin ilk çeyreğini kalkındıran, zenginleştiren, milli ekonomiyi güçlendiren bütçeleri örnek almak yerine; son 20 yıldaki yoksullaştıran, işsizleştiren, emeği ucuz iş gücü haline getiren, gelir adaletsizliğini büyüten, enflasyonla mücadele yeterliliği göstermeyen bütçelerin bir tekrarı.

    “2071 YILINA REFERANS GÖSTERİLECEK KADAR KENDİNDEN DE ÜMİDİ KESMİŞ BİR İKTİDARLA KARŞI KARŞIYAYIZ”

    Elbette burada 14 gün boyunca çıkacak ve bütçeyi destekleyecek çok değerli hatipler olacak. O hatiplerin önemli argümanlarından bir tanesi de AKP iktidarlarında 21 senede 540 milyar dolar kamu yatırımı yapılmış olması olacak. Matematiksel büyüklüğü baktığınızda çağrıştırdığıyla gerçekten övünülecek bir durum ve bekliyorsunuz ki Türkiye coğrafyasında 7 bölgeye dağılmış, on binlerce fabrikanın, büyük atölyelerin, istihdam ve katma değer yaratan çağı yakalayan yatırımlarının olduğu, ulaşım altyapısının çözüldüğü, hiçbir vatandaşın açlık sınırında yaşamadığı, üniversitelerin bilim ve teknoloji ürettiği, depreme, sele her türlü afete dirençli kentler haline geldiği bir ülke beklenir. Dünyanın 20 yıl gerisinden teknoloji hamleleri yapmakla övünmek yerine kendi ihtiyacımız olan yüksek katma değerli, inovasyona dayalı yüksek teknolojiyi, örneğin; yerli ve milli çipimizi üretebildiğimiz, ihraç edebildiğimiz, tüm ihtiyacımızı karşıladığımız bir sürece katkı sağlasaydı bu ortaya konan kamu yatırımları. Ama bunların hiçbirisinin ortada olmadığını ve bu bütçenin de böyle bir vizyon taşımadığını hep birlikte görüyoruz.

    AKP geldiğinde hızla ortaya koyduğu bir hedef; ‘İlk 10 ekonominin içine gireceğiz.’ 2023’teyiz, bütçe konuşuyoruz, bütçeden sonra yıl değişecek ve hedef ilk 10 ekonominin içine girmekken bu ülkenin ilk 20 ekonomi içinde tutunmaya çalıştığı bir süreci hep birlikte yaşıyoruz. 2023 yılı için AKP’nin ortaya koyduğu kişi başına gayri safi milli hasıla 25 bin dolarken bu 2022’de 10 bin 616 dolar olarak gerçekleşti ve hedefin yarısında bile değil. Yine geldiklerinde Türkiye’nin 74. sırada olan kişi başına milli gelirini ilk 50 içine taşımayı vadederlerken bugün 78. sıraya gerilediğimizi yani üçlü koalisyon hükümetini, burada acımasızca eleştirdikleri ve Türkiye’nin en kötü yönetilen ekonomisi diye ifade ettikleri üçlü koalisyon kişi başına milli gelirde ülkeyi 74’te bırakmışken, ekonomiyi harika yöneten arkadaşlar 78. sıraya geriletmiş olarak karşınızda bütçe sunumu yaptılar. 2023 yılındaki ihracat hedefi 500 milyar dolardı ama şu anda bunun yarısına da ulaşılabilmiş değil. 2023 yılının ekonomi toplam büyüklüğü 2 trilyon dolar ifade edilmişti bugün bu rakamın yarısı noktasındayız. Burada görünen bir gerçek var. 10 yıl önce konulan 2023 hedefleri bugün 2053 hatta belki 2071 yılına referans gösterilecek kadar kendinden de ümidi kesmiş bir iktidarla karşı karşıyayız.

    “10 KİŞİDEN 9’UNA DEVLET SÖZÜNÜ YERDE BIRAKARAK HEPİMİZİ MAHÇUP ETTİKLERİNİN DE ALTINI ÇİZMEK İSTERİM”

    Bir pandemi yaşadık. Bütün dünya bu pandemiyle büyük bir sağlık tehdidiyle yüzleşti. Bundan sonra da böyle tehditlerin olacağı hatta bu yüzyılın pandemiler yüzyılı olacağını dünyadaki çok sayıda bilim insanının ortaklaştığı bir kabul. Hükümet buna karşı biyoteknolojiye, medikal teknolojiye selektif yatırımlar yapması gerekirdi, yapmadı. Rusya-Ukrayna savaşı büyük bir enerji kriziyle ve gıda kriziyle karşı karşıya bıraktı. Enerji ve gıda güvenliğine yönelik stratejik yatırımların yapılması beklenirdi bu yapılmadı. On binlerce yurttaşımızın hayatını kaybettiği bir depremle hep beraber yıkıldık. Arama kurtarmada, kurtarılanı yaşatmada, yaşatılanı barındırmada, barındırılanı eski hayatına döndürmede ikinci bir felaketi yaşadık. Bundan ders almak, hızlı, kararlı, bilimsel doğru adımlar atmak gerekirdi seçime endeksli bir hız vardı. Seçim kazanma kararlılığıyla bolca vaat vardı. Ama bugün Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısının verdiği rakamda, Osmaniye Valisinin ilan ettiği rakamda, Hatay raporunun ortaya koyduğu rakamda depremden etkilenen 10 ilde 6 Şubat tarihinde her 10 kişiden 9’unun barınma sorunuyla karşı karşıya olacağız, çadırda değilse konteynerda, konteynerda değilse çakma bir barakada olacağız ama, ‘bir yıl içinde evlerine ulaşmak isteyenler bize oy versin’ diyenlerin oyu aldıkları kişilerden 10 kişiden 9’una devlet sözünü yerde bırakarak hepimizi mahçup ettiklerinin de altını çizmek isterim.

    Dirençli kentler için bilimsel ve doğru adımlar atılmalıydı, atılmadı. Sosyal devleti savunan, verimli üretimi ve sosyal politikaları önceleyen, yaşam hakkını hayatın her anında ve alanında sahiplenen bir siyasi parti olarak gıda krizine, sağlık krizine, barınma krizine, enerji krizine çözüm üreten bir bütçeyi görmek incelemek istedik ama böyle bir bütçe Meclis’e sunulmadı. 2024 bütçesi Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk bütçesi olmasının öneminin yanında 6 Şubat yıkımından sonra ilk kez yapılan yıllık bir bütçe olmanın sorumluluğunu da taşımaktadır. Bu bütçe Cumhuriyetin ilk yüzyılının ilk çeyreğindeki gibi bütçe olsa örneğin; Sümerbankların, şeker fabrikalarının, limanların, uçak fabrikalarının bütçesi olsa bize kıskanan Almanya’nın durumuna benzer bir durumda oluruz. Bir tarafta bizi kıskananların üretime dayalı kar eden fabrikalarından aldığı vergiler bir tarafta kredi kartına temerrüt faizi uygulayanların, esnafın geri dönmeyen kredisine faiz uygulayanların, ödenmeyen krediler yüzünden ipotekli tarlaların satılıp karları şişen kamu ya da özel bankaları.

    “KDV İADESİNİN KİME YAPILIP KİME YAPILMAYACAĞINA BİR PARTİNİN GENEL BAŞKANI KARAR VERECEK”

    Vergi kamu hizmetlerinde harcanmak üzere devletin genel ya da yerel yönetimler eliyle doğrudan ya da dolaylı olarak topladığı tüm gelirlere vergi diyoruz. 6 Şubat’ta yaşadığımız depremin genel olarak kabul gören bir hesaba göre bize toplam maliyeti 120 milyar dolar. Bu önemli bir yıkım ve bu yıkımın altından kalkmak için MTV ikinci kez alındı, tüm ürünlerin KDV’leri en az 2 puan artırıldı, birçok harç yükseltildi. Örneğin yurt dışından cep telefonlarının kayıt ücreti önce 2 bin liradan 6 bin liraya sonra 20 bin liraya kadar çıktı. Üzerinde konuşulmazsa bu kadar büyük yıkımdan sonra böyle bir parayı toplamak için elbette yapılacak bunlar diyebilirsiniz. Ya biri çıkıp da size, ‘bu para zaten bizde vardı’ derse. ‘Bu para vardı, cebimize girmek üzereydi ama iktidar birilerinin cebine girsin diye bu parayı devletin kasasına sokmadı’ derse. Son 5 yılda vazgeçilen gelirlerden bahsediyorum. Tam 152 milyar dolar. 6 Şubat depremi 120 milyar dolar kayıp yaratıyor son 5 yılda vazgeçilen vergilerin toplamı 152 milyar dolar. Burada 5’li çetelerden, yandaş müteahhitlerden devasa ihaleleri nasıl bu kadar ucuza aldığına şaşırılıp sonra bir gece yarısı Plan, Bütçe Komisyonu’na son dakika önerisiyle birikmiş vergi borçları affedilen devasa yapılardan onlardan alınmaktan vazgeçilen paraların toplamından bahsediyorum.

    Daha geçen hafta KDV iadelerini belirleme yetkisi anayasaya açıkça aykırı olarak vergi ve vergiden vazgeçme bu Meclis’in terk edemeyeceği yetkisidir. Bunu bilmeyen bu Meclis’in yolunu bilmesin. Bu yetki gidildi yürütmeye devredildi. Yürütmenin başına devredildi. KDV iadesinin kime yapılıp kime yapılmayacağına bir partinin genel başkanı karar verecek. Hem sistemin çarpıklığı hem anayasaya aykırılık bir araya geldiğinde bir partinin genel başkanına birinin cebine para koyma birinin cebine para koymama yetkisinin verildiği bir tuhaf durumla karşı karşıyayız.

    “GECELEYİN YASTIĞA BAŞINI KOYDUĞUNDA UYKUNUZU KAÇIRACAK MESELE BUDUR”

    Ülkemizde vergi sistemine ilişkin eleştiriler iki noktada yoğunlaşıyor. Bunlardan birincisi, dolaylı vergilerle doğrudan verginin oranı. 100 lira vergi toplanıyor Türkiye’de toplam. Bu vergilerin 68 lirası dolaylı vergiler. 100 lira verginin 68 lirası kazanandan, kar edenden gelir vergisi, kurumlar vergisi olarak değil de tüketimi sırasında alınan vergi olarak alınıyor. Yani zengin ve fakir ayırt etmeden holdingin patronuyla kapıda güvenlikçisi aynı vergi sistemine tabi. Benzin alan taksici şoförden, mazot alan çiftçiden, çocuğuna mama alan babadan, çocuğuna bez alan işçi kadından, su tüketen emekliden ve yanan kaloriferi için doğal gaz parası ödeyen baba parasıyla okuyan öğrenciden alınan vergilerin oranı yüzde 68. İkinci itiraz, dolaylı olmayan vergilerin kendi içindeki dağılımı. Geriye 32 lira kaldı ya. Bunun 21 lirası yine çocuğuna bez alan işçinin maaşından, öğretmenin maaşından, emeklinin maaşından yani çalışanların maaşlarından kesilen gelir vergisi. Geriye tüm Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 liralık vergisinin 11 lirası; üretim yapanlardan, para kazananlardan, ihracatçılardan, tacirlerden yani kazandıkları paralardan ödedikleri vergi. İşte bu mesele Türkiye Cumhuriyeti açısından, gelip de burada yemin eden hangi partiden olursa olsun her milletvekili açısından geceleyin yastığa başını koyduğunda uykunuzu kaçıracak mesele budur. Buna itiraz ediyor musunuz? Böyle bir bütçeye oy mu veriyorsunuz? Bu akşam buna karar vereceksiniz.

    “YÜZDE 89’UNU GARİBANLARIN YÜZDE 11’İNİ KODAMANLARIN VERDİĞİ BU VERGİ SİSTEMİNİ ARTIK TABANA DEĞİL, TAVANA YAYMANIN ZAMANI GELMİŞTİR”

    Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, seçimden önce defalarca ‘gelecek’ dediğiniz gelmeyen, seçim garantisi isteyen, seçimden sonra yetki isteyen, ‘Ben bilirim’ diyene; ‘Öyle dersen olmaz. Bunu dünyanın bildiği gibi yapacağız’ diyen, kendi deyimiyle ‘irrasyonel politikaları terk edip rasyonel işler’ yapacak olan Bakanınız Mehmet Şimşek, daha geçen hafta ‘Vergiyi tabana yaymak durumundayız’ dedi. Bir ezberden kurtulup yüzde 89’unu garibanların yüzde 11’ini kodamanların verdiği bu vergi sistemini artık tabana değil, tavana yaymanın zamanı gelmiştir. Beyefendiye onu hatırlatın. Bu konuştuğumuz konu, gerçekten iç daraltıcı bir konu. Ama emin olun ne tekniktir ne teoridir. Tamamen siyasidir. Siyaset, öncelik belirleme işidir. Siyaset, tarafını belirleme işidir. Siyaset taraf olma, taraf tutma işidir. Bu bütçede eğer siz, bu yüzde 89’u veren garibanlardan taraf olacaksanız bu bütçeye bizimle birlikte ‘hayır’ diyeceksiniz. ‘Yok, bu kirli düzen sürsün’ diyecekseniz o zaman ‘yüzde 11, 11’de kalsın’ deyip bu beyefendilerin getirdiği bu bütçeye ‘evet’ diyeceksiniz. Bu sizin vicdanınızla sizin aranızda olandır.

    “BİZ TÜM İŞÇİLERDEN, EMEKÇİLERDEN, EMEKLİLERDEN TARAFIZ. BU BÜTÇEYİ GETİRENLERE SORUYORUM: SİZ KİMDEN TARAFSINIZ”

    Cumhuriyetin ilk bütçesini yaparak, büyük bir kalkınma başlatan CHP, Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk bütçesinde; vergi sistemi orta ve alt gelir gruplarına yük getirmeden değiştirecek, vergilendirilmeyen gelirlerin ve kesimlerin vergilendirilmesiyle yeni kaynaklar yaratacak, bu kaynağı özellikle kalkınma hamlesi başlatmak ve alt orta kesimin gelirini arttırmak için kullanacak, kaynak kullanımında tam bir şeffaflık gerçekleştirecek, kamu politikalarına güven sağlayacak düzenlemeleri, maddeleri, kalemleri, fasılları, tabloları görmediği için Plan Bütçe Komisyonu’nda bu bütçeye ret oyu vermiştir. Genel Kurul aşamasında da adaleti olmayan bu bütçenin karşısında duracak ve tarafını açıkça belli edecektir. Biz beyaz, gri, mavi yakalı tüm emekçilerden emeği ister plazada, ister tersanede, ister madende sömürülsün tüm çalışanlardan, tüm yoksullardan, tüm dezavantajlı gruplardan, 7 bin 500 TL’nin reva görüldüğü emeklilerden, esnaftan, çiftçiden ve işçiden tarafız. Bu bütçeyi getirenlere soruyorum: Siz kimden tarafsınız? Bu bütçeyi oylayacak olanlara soruyorum: Siz kimden taraf olacaksınız?

    “ESKİNİN ORTA DİREĞİ OLAN ESNAF, MEMUR, İŞÇİ ARTIK YOKSUL. ESKİNİN YOKSULLARIYSA DERİN YOKSULLUĞUN ÇARESİZLİĞİ İÇİNDE”

    Bir büyük ekonomik kriz yaşadığımız bu dönemde, bu memleketin -yani ‘hepimiz aynı gemideyiz’ diyor ya geminin- henüz batmamış olmamasını sakın kaptanın mahiyetine bağlamayın. Bu geminin büyüklüğünden, ne kadar sağlam inşa edildiğinden ve bugüne kadar bu gemiyi yüzdürenlerin emeğinden, bilgisinden, deneyiminden, tecrübesindendir. Bütün dünya, pandeminin ortak bir sonucu olarak enflasyon denen bir ekonomik sorunla karşı karşıya geldi. Bütün dünyanın ekonomistleri, ekonominin bir bilim olduğunun gerçeğinden hareketle, rasyonel politikalarla bununla mücadele etmeye başladılar. Amerika, enflasyonu yüzde 9’lardan çevirdi. Deniyordu ki ‘Amerika’da da enflasyon çok yüksek.’ Avrupa, yüzde 7’lerde durdurdu ve geri döndürdü. Ama Türkiye’yi dünyadan ayrıştıran bir tuhaf öz güven, bir kibir, bir iş bilmezlik, bir eleştirilemezlik hali, bir yanına sokulup da doğruyu bile anlatamazlık, denetlenemezlik durumu, önceki bakanın tanımlamasıyla ‘heteredoks’, bugünkü bakanın tanımlamasıyla ‘irrasyonel politikalar’a bizi yönlendirdi. Paramız hızla değer kaybetti. Enflasyon yükseldi. Rezervlerimiz eridi. Yurttaşlarımız yoksullaştı. Ve sonuç olarak orta direk ortadan kalktı. Eskinin orta direği olan esnaf, memur, işçi artık yoksul. Eskinin yoksullarıysa derin yoksulluğun çaresizliği içinde. Eskinin orta direği, iş bulduktan iki yıl sonra bir elden düşme araba, beş bilemedin on yıl sonra yarısı peşin, yarısı taksitle bir eve başını sokabiliyordu. Bugün Türkiye’de yaşayan, babasından-annesinden miras kalmamış, evi olmayan hiçbir yeni işçinin bir ev sahibi olma; hiçbir profesyonel ve sahibinin kendisine ait bir arıcısının olmaması ümitsizliği Türkiye’deki orta direğin düştüğü durumu göstermektedir.

    “GEMİNİN ROTASINI BATIDAN DOĞUYA ÇEVİRİP DE ŞANGHAY İŞ BİRLİĞİ ÖRGÜTÜ’NÜ İŞARET EDERSENİZ ORADA ŞATAFATLI SARAYLAR, GÜÇLÜ LİDERLER, BOLCA KORUMALAR AMA KİŞİ BAŞINA 4 BİN 500 DOLAR VAR”

    100 yıl önce kurucu kadrolar, ‘ Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir’ dedi. Bu gururu taşıyoruz. Ama o Cumhuriyeti bugün yönetenler sadece size değil, hepimize birden dağılan bir pazar yerinden dökülmüş ezilmiş domatesleri toplarken yüzünü saklayan kişinin değil, onun yüzüne bakamayacak utancı hepimize yaşatacak bir düzeni kurdular, bir düzeni dağıttılar. Çocuğuna bez alamadığı için aylarca naylon bağlamış anneye doktor, ‘Sen ne yaptın’ deyince, ‘Sen benim yerimde olsan ne yapacaktın’ diyor. Uzun kuyruklar var. İkinci gün bayatlamış ekmeğin kuyruğu, taze ekmek kuyruğunun 20 katı. Siftahsız dükkan kapatan esnaflar, ürünü tarlada kalan, limonu, portakalı narenciye bahçesinde kalan Hataylılar, Antalyalılar, Mersinliler; yeterli beslenemeyen çocukların sorunu enflasyon falan değil. Onların sorunu hükümetin önceliğinde olmamak. Hükümetin tuttuğu tarafta olmamak. İktidarın tuttuğu tarafın kendi tarafları olmamasıdır. İşte o ‘kimsesizlerin kimsesi olan cumhuriyet’in kurucuları, karar verirken bir de yön tayin ettiler. Siyaset öncelik belirleme işidir dedim ya bir onun kadar önemli yön tayin etme işidir. Onlar yön tayin ederken ‘Muasır medeniyetleri yakalayın ve geçin’ dediklerinde Batı’yı bir yön olarak değil; bilime, çağdaşlığa, hukuka, iyi kamu yönetimine işaret ederek o yönü ifade ettiler. Şimdi o yöne bakınca mütevazı liderler, mütevazı evler, mütevazı konutlar ama 45 bin dolar milli gelirlik zengin halklar var -ki Avrupa Birliği’ni (AB) alıyorum ve yeni üyelerin aşağı çekmesiyle.- Biraz daha İskandinav ülkelerine giderseniz 70 bin dolarlardan bahsedeceksiniz. Ama o yöne gidemeyip de hepsinden kavga edip de AB hayalini kaybedip de ‘Gerekirse kendi kriterlerimi yaparım’ deyip de geminin rotasını batıdan doğuya çevirip de Şanghay İş Birliği Örgütü’nü işaret ederseniz işte orada şatafatlı saraylar, güçlü liderler, bolca korumalar ama kişi başına 4 bin 500 dolar var. 10 kat fazla olan milli gelir, 10’da 1’i biri olan milli gelir. İşte siyaset tam da böyle yön belirleme işidir. Bizim yönümüz hukukun, güçlü devletin, kuvvetler ayrılığının, bilimin yani 45 bin doların yönüdür. Sizin reva gördüğünüz yön, 4 bin 500 doların yönüdür.

    “BİZ BİR ZAMANLAR ALMANYA’YLA AYNI MİLLİ GELİRDEYDİK, BUGÜN 6 KATIMIZ. AMERİKA’YLA AYNI MİLLİ GELİRDEYDİK, BUGÜN 7 KATIMIZ. KURTARMAYA GİTTİĞİMİZ GÜNEY KORE YARIMIZDI, BUGÜN 3 KATIMIZ”

    Biz bir zamanlar Almanya’yla aynı milli gelirdeydik, bugün 6 katımız. Amerika’yla aynı milli gelirdeydik, bugün 7 katımız. Kurtarmaya gittiğimiz Güney Kore yarımızdı, bugün 3 katımız. Yani bizi, 6’ya katlamayan herhangi birisi yok. Şimdi sırada arkadan hızla yaklaşan Vietnam, Tayland, Polonya var. Eğer ‘ben bilirim’e devam edilirse, ‘en büyük ekonomist benim’le devam edilirse, yön diye hukuk değil de inat, yön diye kuvvetler ayrılığı yerine güçlü tek adamlar, yön diye birlikte karar verme devlet sistemi yerine tek kişinin aklıyla sınırlı kalınırsa, yanımızdan bu sefer Vietnam’lar, Tayland’lar geçmeye başlayacak. Ve yıllar sonra bir başkası çıkıp bunları konuşacak bir kürsü, bunları anlatacak bir Meclis ve bundan ders çıkaracak ve düzeltecek bir demokrasi olmayacak. O yüzden hepimizin aklımızı başımıza alıp bu meseleyi baştan düşünmemiz lazım. Biz tüm kamu politikalarını gözden geçirip yaygın deyimiyle inovasyon -yani yenilikçilik- politikalarını tüm mekanizmaların parçası haline getirmezsek, bugün hızla kalkınan ülkelerle aramızdaki fark 2 kattan fazladır ve bizden sonraki nesillerin kapatamayacağı bir fark olacaktır. Çağ öyle bir çağdır. Bugüne kadar 5 fırsat dalgası kaçmıştır: Su gücünün getirdiği üretim üstünlüğü, buhar gücünün getirdiği avantaj, elektrik, petrokimya ve yazılımda hep birlikte bunları kaçırdık. Şimdi 6’ncı fırsat dalgası, yeşil dönüşümdür, dijital dönüşümdür. Bu bütçenin ve önümüzdeki bütçelerin bu dalgayı da kaçırmamak için hazırlanması, bu ülkenin bu bilinçle yönetilmesi gerekmektedir.

    “KÖTÜ PARA TEK BAŞINA GELMEDİ. KÖTÜ PARA, MAFYA LİDERLERİYLE, İNSAN KAÇAKÇILARIYLA, UYUŞTURUCU KAÇAKÇILARIYLA, BARONLARLA BİRLİKTE GELDİ”

    Hiçbirimizin reddedemeyeceği bir şekilde, Türkiye’de bugün bir suç ekonomisi de gündemde. Ekonomide siyaset, olması gereken taraftan kullanılmadığı için; yapmış olduğunuz tercihler ekonomi yönetiminde yetkin isimler olmadığı için; bu hatalarla, bu inatlarla felakete sürüklenen ekonomi için bambaşka çarelere bambaşka yollara sapıldığı için bugün memlekette bir suç ekonomisi var. Buradaydık, 15 Temmuz akşamından bir gece önceydi, gece 03.00’tü. ‘Yapmayın, etmeyin. Bu kara parayı getirir. Kötü para, iyi parayı kovar’ dendi. Gecenin 03.00’ünde ertesi haftaya bırakıldı. 15’inde kanlı darbe girişimi yaşandı, bu Meclis bombalandı, şuracıkta vatan evlatlarının üstünden tanklar geçti. Meclis salı günü açıldığında, ilk olarak Varlık Barışı Yasası getirildi. Nasıl bir aciliyeti, nasıl bir önemi, kime, nasıl bir mahcubiyeti varsa ilk elden geçirildi. Türkiye’ye kara parayı, takibatsız ve tarhiyatsız bir şekilde davet ediyordu ve inceleme, soruşturma, kovuşturma yapılmayacağını, vergi cezası, idari para cezası kesilmeyeceğini güvence altına alınıyordu. Diyordu ki ‘Parayı getir, yüzde 0 vergi. Önünü, arkasını sormayacağım. Yeter ki bu parayı benim sistemime koy.’ Ama kötü para tek başına gelmedi. Kötü para, kötü paracılarla birlikte geldi. Mafya liderleriyle, insan kaçakçılarıyla, uyuşturucu kaçakçılarıyla, baronlarla birlikte geldi.

    “GRUP BAŞKANVEKİLLERİNİZ SOYLU’YLA İLGİLİ BİR SORUŞTURMA ÖNERGESİNİ YAZAR. 400 YÜZ KİŞİYLE YOLLARIZ. AKLANIRSA AKLANIR, AKLANMAZSA BU AYIPTAN KURTULURSUNUZ”

    Onların geldiği Türkiye’de, bir tercihle onlarla çok uğraşmayan, uyumlaşan bir içişleri yönetimi de var. Şimdi öyle bir gün yaşıyoruz ki İçişleri Bakanı, bu yapılarla mücadele ediyor. Herkes destekliyor. İktidardan muhalefetten övgü alıyor. ‘Aman, Bakanımızın arkasındayız. Bu pisliklerden bizi kurtarsın’ deniyor. Bu pisliklerden bizi kurtarsın, Bakanın arkasında duralım itirazım yok da bu Bakan’ı atayan kalem, kalemin ucundaki mürekkep aynı, kalemin sahibi aynı. Bu bakanı atayan da öncekini atayan da Recep Tayyip Erdoğan, bu gerçeği unutmayın. Eğer birileri, bu bakanın yaptıklarıyla övünmek istiyorsa önceki bakanın yaptıklarıyla yüzleşmeyi, o sorumluluğu üstlenmeyi, onu tartışmayı göze almalıdır. Bunun yolu basittir; iki satır yazarsınız, Grup Başkanvekilleriniz Türkiye’nin en deneyimli hukukçuları, Süleyman Soylu’yla ilgili bir soruşturma önergesini yazar. 200 imza sizde var, destek imza bizde var, 400 yüz kişiyle yollarız. Savcılık görevimizi yaparız, bu soruşturma varacağı yere kadar varır, aklanırsa aklanır, aklanmazsa bu ayıptan kurtulursunuz, bu utancı hep birlikte üstlenmezsiniz. Biz buradayız.

    “SİİRT HALKI SANDIK BAŞINA GİDER, TAYYİP BEY’İ MİLLETVEKİLİ YAPAN OYLARLA KENDİSİNE BİR BELEDİYE BAŞKANI SEÇER, TAYYİP BEY DE O BELEDİYE BAŞKANINA KAYYIM ATAR. İŞTE SİİRT ÜÇLEMESİ BUDUR”

    Burada sözüm AK Parti Grubu’na: Bir Siirt üçlemesi var, bilir misiniz? Tarih 6 Aralık 1997, Siirt Meydanı, Recep Tayyip Erdoğan bir şiir okur. Şiir şiirdir, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır. Ama gün gelir, soruşturma açılır, görevden alınır, hapse sokulur. Ve ardından onun da mağduriyetiyle bir parti kurar, partisi iktidara gelir ama muhtar bile olamaz. Bu sefer tarih 9 Mart 2003’tür. Deniz Baykal ve arkadaşları, ‘Bir partinin genel başkanı en yüksek oyu aldıysa başbakan olmalıdır’ der. Siirt’te karşılıklı milletvekilleri boşaltılır. Recep Tayyip Erdoğan Siirt’ten milletvekili olur, 7 gün sonra yemin eder başbakan olur. O Siirt halkı, 31 Mart 2019’da sandık başına gider, Tayyip Bey’i milletvekili yapan oylarla kendisine bir belediye başkanı seçer, Tayyip Bey de o belediye başkanına kayyım atar. İşte Siirt üçlemesi budur.

    “BİRİLERİ NE KADAR HİZMET YAPARSA YAPSIN, GENEL İKTİDARIN HASETLİĞİNDEN BİRAZ DAHA AZ EŞİTTİR”

    Genel bütçeden belediyelere bir pay dağıtılıyor, orada bir sorun yok ama o paranın kimseye yeteceği de yok. Esas mesele, bakanlıklardan belediyelere çeşitli mekanizmalarla yapılan ayni ve nakdi yardımlar. Bunun için İller Bankası var. İller Bankası, bütün belediyelere eşit davranmak zorunda. CHP’li belediyeler, yüzde 65’e hizmet verir, İller Bankası’ndan yüzde 10 alır. Yüzde 35’e hizmet verenler, yüzde 90 alır. Yine eşit davranması gereken bir diğer kurum Belediyeler Birliği. Belediyeler Birliği, aidatın yüzde 56’sını CHP’li belediyelerden toplar ama hizmetin neredeyse tamamını Cumhur İttifakı’nın belediyelerine yapar. Hani diyorum ya birileri eşittir. Birileri daha az eşittir. Birileri verdiği oylarla daha az eşittir. Birileri ne kadar hizmet yaparsa yapsın, genel iktidarın hasetliğinden biraz daha az eşittir. Tüm bu baskıları, şundan yapıyorlar: 2019’da ‘CHP gelirse sosyal yardımları kesecek’ demişlerdi. Ama tam 5 katına çıkardık. Öğrencilerimiz, sırf tarikat yurtlarına muhtaç kalsınlar diye onlara yurt yapmıyordunuz, 5 yılda öğrencileriniz için dünya standartlarında 61 tane güvenli yurt yaptık. 160 binden fazla üreticimize, 10 milyardan fazla tarım desteği verdik. Gizli kapaklı ihaleler dönemini bitirdik. Belediyelerimiz, binlerce ihaleyi ve bütün belediye meclis toplantılarını canlı yayınladılar, sizinkilerin de hoşuna gitti, siz de şimdi canlı yayınlıyorsunuz. Şeffaf belediyecilikle Türkiye’yi tanıştırdık.

    “2,6 MİLYON ANTALYA’NIN NÜFUSU AMA 16 MİLYONU YABANCI, 10 MİLYONU YERLİ 26 MİLYON TURİST AĞIRLIYOR. 2,6 MİLYONA GÖRE PARA VERİYORSUNUZ”

    Siz zeytinlikleri bile inşaat alanına çevirirken bizim belediyeler şehirlerine 4 değil, 40 değil, 400 değil; 5 yılda tam 4 bin tane park yaptılar, yeşil alan kazandırdılar. Onun için bize hizmet etmeyelim diye haksızlık yapıyorsunuz. 5 yılda 162 olan kreş sayısını 432’ye çıkardık. Bunu, kadın sosyal hayata, çalışma hayatına katılsın diye yaptık. Allah bir gün gerçeğini de ilan etmeyi nasip edecek bu partiye, 18 bakanlıktan 9’unu kadın bakan ilan edenler bu ülkeyi yönetsin diye yaptık. Sayın Bakan, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı; senede bir kere sizi bulduğumuz için fırsat varken size parti ayırmadan çalışması gereken Turizm Bakanı’nı şikayet edeyim. Diyor ki ‘Muğla’da, Antalya’da belediyeler arıtma yapmıyor, ben yapıyorum.’ 2,6 milyon Antalya’nın nüfusu ama 16 milyonu yabancı, 10 milyonu yerli 26 milyon turist ağırlıyor. 2,6 milyona göre para veriyorsunuz. 26 milyona göre atık çıkıyor, atık su çıkıyor. Arıtmayı yapmak belediyenin boyunu aşıyor. Beyefendi geliyor, sözleşmeyi koyuyor, at altına imzayı, 25 yıllık atık su parasına el koyuyor. Ondan sonra dönüyor, diyor ki ‘Bu belediyelerin işi.’ Bir memlekette muhalefet başarılı olmasın diye, kendi hemşehrilerine hizmet etmesin diye muvazaalı işlem tesis edecek kadar ustalaştınız, hukuk dışına çıktınız. Bunları tutanakların önüne geçirmek benim boynumun borcu. Böyle belediye başkanlarına nasıl sahip çıkılır, 31 Mart’ta milletimiz size gösterecek.

    “BİR BAKTIK Kİ ANAYASANIN BİR MADDESİNİ YÜRÜRLÜKTEN KALDIRAN DARBE GİRİŞİMİNİN BAŞINDA RECEP TAYYİP ERDOĞAN VARMIŞ”

    Darbenin en net tanımı, anayasayı ortadan kaldırmaktır. Darbeci topla tüfekle gelirse askeri darbe olur, sivil gelirse sivil darbe olur. Hedef anayasanın bir kısmını ya da tamamını ortadan kaldırmak. Geçtiğimiz günlerde böyle bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldık. Bir gün size darbe yaptılar, biz sizinle birlikteydik. Şimdi bize darbe yapıyorlar. Darbe bütün dünyada doğası gereği iktidara yapılır. Bütün dünya döner, ana muhalefetin gözünün içine bakar. Bizim gözümüzün içine bakanlar, geçmişte sizin etle tırnak olduklarınız; burada ateşi gördüler, demokrasiyi gördüler, bu millete sahip çıkmayı gördüler. Bir gün kalktık, bir haber: Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa’nın 153. maddesini yırtmış, atmış, ‘bence yok’ diyor. Sandım ki bu darbeyi de hep beraber direniriz. Bir baktık ki Anayasa’nın bir maddesini yürürlükten kaldıran darbe girişiminin başında Recep Tayyip Erdoğan varmış. Yargıtay’ı sahiplendi. Can Atalay’a diyor ki ‘Sen milletvekili seçilemezsin. Bana gelir, kararı ben veririm.’ Hatay halkına diyor ki, ‘Sen kendine vekil seçemezsin, son kararı ben veririm.’ Sayın Bahçeli’ye diyor ki ‘Siz oturumun reisi olarak davet edersiniz ama kürsüye gidecek mi, kararı ben veririm.’ Size diyor ki ‘Meclis Başkanı bir karar verdim, bugüne kadar niye okutmadın?’ Biz hepimiz, bu makamlara, bu mevkilere bu kadar saygılıyken Yargıtay’ın bu darbe girişimine siz karşı çıkmıyorsanız, Tayyip Erdoğan karşı çıkmıyorsa, karşı çıkması gerekenler çıkmıyorsa biz 15 Temmuz gibi yine sizin yerinize ve sizin de lehinize demokrasi için bu darbeye direnmeye devam edeceğiz.

    “BU MİLLETLE BİRLİKTE MÜCADELE ETMEYE, VAR OLMAYA, ÇALIŞMAYA DEVAM EDECEĞİZ. BU BÜTÇE ONLARIN BÜTÇESİ OLMADIĞI İÇİN BU BÜTÇEYE RET OYU VERECEĞİZ”

    Bu hafta sonu Almanya’daydım. Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin kongresindeydim. Alman Şansölyesiyle konuştum, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin Eş Genel Başkanlarıyla konuştum. Ve şunu söyledim: Bir ülkenin güvenlik kaygıları başkadır ama bir ülkenin çocuk öldürmesi, hastane vurması, sivil vurması bahanesi ne olursa olsun katliam yapması başkadır. Biz bu sınırların içinde muhalefet partisiyiz. Bu sınırların dışına çıktığımızda bir yanlış yapıyorsanız peşinize dizilecek değiliz. Ama ülkenin haklı davasında, Filistin’in haklı davasında, Azerbaycan’ın haklı davasında, Kıbrıs’ın haklı davasında sizden fazla bu davanın arkasındayız, takipçisiyiz.

    Bizim tarafımız belli. Biz bir mücadelenin tarafındayız. Bizim mücadelemiz, 7 bin 500 lira emekli maaşına mahkum edilmiş Fahika Teyze’nin mücadelesidir. Bizim mücadelemiz, mahalle pazarında akşam olmasını bekleyip yüzünü örten Zehra Anne’nin mücadelesidir. Bizim mücadelemiz, kadrolu arkadaşları yemeğe geçerken ‘benim karnım tok bugün, iştahım yok biraz’ diyerek öğün atlatan taşeron işçisi Rıza’nın mücadelesidir. Bizim mücadelemiz, atanmadığı için özel okulda ders ücretiyle asgari ücretin yarısına çalışan Sevgi Öğretmen’in mücadelesidir. Bizim mücadelemiz, profesyonel emeği sömürülen ucuzlatan, değersizleştirilen tüm emekçilerin mücadelesidir. Bizim mücadelemiz haklıların, emekçilerin, emeklilerin mücadelesidir. Ölünmeyecek yerde ölenlerin, ölenlerinin ardından yas tutanların, Soma’daki 301 işçinin, Ermenek’te, Amasra’da ölenlerin, Erzurum’da elektrik onarımına giderken buzun üstünde ölenlerin, tren kazasında ölenlerin, barut fabrikasında ölenlerin, havai fişek fabrikasında ölenlerin, onun arkasından yas tutanların ve onlar için mücadele eden herkesin mücadelesidir. Akbelen’in mücadelesidir, Yırca’nın mücadelesidir, derelerin mücadelesidir, ekoloji mücadelesidir. Bizim mücadelemiz, bu halkın mücadelesidir. Bu mücadele için, bu milletle birlikte mücadele etmeye, var olmaya, çalışmaya devam edeceğiz. Bu bütçe onların bütçesi olmadığı için bu bütçeye ret oyu vereceğiz.”

     

  • SDD, İNSAN HAKLARI ÖDÜLÜ’NÜ CAN ATALAY’A VERDİ. AHMET ŞIK: “HAPİSHANE TECRÜBEM OLDUĞU DÖNEMDE, BENİM ADIMA VERİLEN ÖDÜLLERİ O ALMAYA GİDERDİ. ŞİMDİ BEN DE ONUN ADINA VERİLEN BİR ÖDÜLÜ ALMAYA GELDİM. İSTERDİM Kİ KENDİSİ ALABİ

    Haber: NİSANUR YILDIRIM / Kamera: ONUR BİNGÖL

    Sosyal Demokrasi Derneği (SDD), 2023 İnsan Hakları Ödülü’nü, halen cezaevinde tutulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay’a verdi. Atalay adına ödülü alan TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, “Can ile bizim çok başka bir hukukumuz var.  Kendisi benim aynı zamanda avukatım. Aynı zamanda kardeşim, yoldaşım, sırdaşım, dostum birisi. Daha önce benim hapishane tecrübem olduğu dönemde sağ olsun davalarıma giren avukatlardan birisiydi. Benim adıma verilen ödülleri o almaya giderdi. Hayat böyle bir şey. Bizi hep böyle şeylerle sınıyor. Şimdi ben de onun adına verilen bir ödülü almaya geldim. Çok isterdim ki kendisi alabilseydi bu ödülü. Umarım o da en kısa sürede olacak” dedi.

    SDD, 2023 İnsan Hakları Ödülü’nü halan Marmara Cezaevi’nde tutulan TİP Milletvekili Can Atalay’a verdi. Ödül töreni, bu akşam Yılmaz Güney Sahnesi’nde düzenlendi. Ödül törenine; SDD Başkanı Sami Doğan, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşcıer, CHP Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül, TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, eski Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan ve dernek üyeleri katıldı. Can Atalay’ın ödülü’nü Ahmet Şık aldı.

    SDD Başkanı Sami Doğan, şöyle konuştu:

    “CAN ATALAY, İNSAN HAKLARI KONUSUNDAKİ DUYARLILIĞI, İNSAN HAKLARINDAN TAVİZ VERMEYEN DURUŞU VE MÜCADELESİ DİKKATE ALINARAK BU ÖDÜLE LAYIK GÖRÜLMÜŞTÜR”

    “Sosyal Demokrasi Derneği Yönetim Kurulu 2023 yılı için Sosyal Demokrasi Derneği İnsan Hakları Ödülü’nün oy birliğiyle TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’a verilmesine karar vermiştir. Can Atalay, insan hakları konusundaki duyarlılığı, insan haklarından taviz vermeyen duruşu ve mücadelesi dikkate alınarak bu ödüle layık görülmüştür. 2023 TİP’ten Hatay milletvekili seçilen Can Atalay’ın halen hapiste olması bir devlet krizidir. Hatay halkının iradesine saygısızlıktır, demokrasiyi yok saymaktır. Bu vesileyle Gezi’nin yılmaz savunucuları Çiğdem Mater, Mine Özerden, Hakan Altınay, Tayfun Kahraman, Mücella Yapıcı ve Osman Kavala’ya da selamlarımızı ve dayanışma duygularımızı iletmeyi bir görev sayıyorum.”

    BÜLBÜL: “YAPACAĞIMIZ BİR TEK ŞEY VAR. DİRENECEĞİZ ARKADAŞLAR”

    CHP Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül, şöyle konuştu:

    “Meclis’te İnsan Hakları Komisyonu üyesi olarak büyük partilerin oy birliğiyle seçtiği Can Atalay’a SDD İnsan Hakları Ödülü veriyor. İroniyi yaşıyor musunuz? Yaşadıklarımız bir gerçek. Bu gerçeklik karşısında yapacağımız bir tek şey var. Anayasa’da, hukuka, anayasal hak ve özgürlüklerine karşı bu kadar ihlaller varken direnme hakkı da var. Direneceğiz arkadaşlar. Sadece salonlarda bulunmayacağız. Sokağa çıkacağız direneceğiz. Biz sokaklarda, meydanlarda olmazsak yarın bir gün örnekler çok o örneklerden bir ülke haline geliriz.”

    Can Atalay adına ödülü alan TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık ise şöyle konuştu:

    ŞIK: “BENİM ADIMA VERİLEN ÖDÜLLERİ O ALMAYA GİDERDİ. ŞİMDİ BEN DE ONUN ADINA VERİLEN BİR ÖDÜLÜ ALMAYA GELDİM”

    “Bir paradoksla başlayayım. Konumuz İnsan Hakları Günü’nde Can Atalay adına verilmiş bir ödülü almak için bulunuyorum. Üzerinde günlerce konuşabileceğimiz bir mevzu var. Derneğe ve yönetim kuruluna böyle anlamlı bir ödüle Can’ı layık gördükleri için çok teşekkür ediyorum. Can da bu ülkede temel hak ve özgürlükler, demokrasi ve hukuk mücadelesi içinde bulunan birçok arkadaşımız gibi bu ödülü almayı en çok hak edenlerden birisi. Onun adına teşekkür edeyim. Can ile bizim çok başka bir hukukumuz var.  Kendisi benim aynı zamanda avukatım. Aynı zamanda kardeşim, yoldaşım, sırdaşım, dostum birisi. Daha önce benim hapishane tecrübem olduğu dönemde sağ olsun davalarıma giren avukatlardan birisiydi. Benim adıma verilen ödülleri o almaya giderdi. Hayat böyle bir şey. Bizi hep böyle şeylerle sınıyor. Şimdi ben de onun adına verilen bir ödülü almaya geldim. Çok isterdim ki kendisi alabilseydi bu ödülü. Umarım o da en kısa sürede olacak.

    “ÜZERLERİNDE GİYDİKLERİ CÜBBELERİN, İNSAN HAYATI VE ÖZGÜRLÜKLERİNDEN YAPILMIŞ OLDUĞUNU UNUTMASINLAR”

    Kaosu önlemek için var olduğunu düşündüğümüz yargı sistemi, bizatihi kaosun kaynağın kendisi haline dönüşmüşken ben sadece bir cümleyle noktalamak istiyorum. Şu anda mevcut yargı rejiminin içerisinde bulunan her bir bireye, hâkim, savcı sıfatı taşıyan herkese şunu söylemek istiyorum. Üzerlerinde giydikleri cübbelerin, insan hayatı ve özgürlüklerinden yapılmış olduğunu unutmasınlar.”

    ARNWINE: “ARTIK KANUN DEVLETİ BİLE DEĞİLİZ. KANUN DEVLETİ, SİYASAL İKTİDARIN KENDİ YAPTIĞI KURALA UYMASI ANLAMINA GELİR. BİZ BUNU DA AŞTIK”

    Türkiye’de ‘Temel Hakların Korunmasında Yargı Organının Rolü ve Güncel Sorunlar’ adlı sunumu yapan Prof. Dr. Selin Esen Arnwine ise şunları söyledi:

    “Doğru ve yanlışın birbirine karıştığı, hukukun ve anayasanın en temel ilkelerin göz ardı edildiği bir dönemde yaşıyoruz. Hukuk devleti hiç olamadık ama bir ölçüde yaklaştığımız zamanlar oldu. Ama artık kanun devleti bile değiliz. Kanun devleti, siyasal iktidarın kendi yaptığı kurala uyması anlamına gelir. Biz bunu da aştık. Bu tür hem demokratik hem otokratik sıçramalar sadece yerel dinamiklerle açıklanamıyor. Küresel bir dünyada olmanın verdiği bir şey. Türkiye bakımından da bu geçerli. Bütün demokratik sıçramaların arkasında aslında küresel bir süreç vardır. Dünyanın diğer yerlerinde de görürüz.”

    Ödülü Şık’a takdim eden CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşcıer ise şöyle konuştu:

    “GEZİ’DEKİ EYLEMLERDE DUVARA YAZILAN BİR YAZIYLA ONLARA SESLENELİM. ‘ÜSTÜMÜ ARAYABİLİRSİNİZ. HER ŞEY ZİHNİMİZDE.’”

    “Can Atalay neden tutuklu? Çünkü kentine, ağaca sahip çıkmak ve tüm baskı ve zulümlere karşı çıkmak için tutuklu. Ama sonrasında yaşanan süreç adeta kendisini siyasi bir tutsak haline getirdi. Hataylıların meşru oylarıyla seçilmiş olan Can Atalay, bugün siyasi bir tutsak. Bizler de onun hem seçilme hakkına hem Hataylıların seçme hakkına sahip çıktığımız gibi bu ülkeyi anayasası olan ama anayasal olmayan bir ülke haline getirmeye çalışanlara inat fikirlerinizi, düşüncelerinizi baskıyla yok edecek sananlara inat Gezi’deki eylemlerde duvara yazılan bir yazıyla onlara seslenelim. ‘Üstümü arayabilirsiniz. Her şey zihnimizde.’

  • BEYOĞLU’NDA BİR KADININ YARALANMASINA NEDEN OLAN YEMEN ESKİ ULAŞTIRMA BAKANI’NIN OĞLU HAKKINDA EV HAPSİ KARARI

    BEYOĞLU’NDA BİR KADININ YARALANMASINA NEDEN OLAN YEMEN ESKİ ULAŞTIRMA BAKANI’NIN OĞLU HAKKINDA EV HAPSİ KARARI

    Yemen eski Ulaştırma Bakanı’nın oğlu Musaeed Ahmed Musaeed Hussein tedavi için babasını hastaneye götürdüğü sırada, İstanbul Beyoğlu’nda dün 69 yaşındaki Türk vatandaşı kadına çarptı. Ağır yaralanan Pakize Özer, hastaneye kaldırılırken Hussein hakkında yurt dışına çıkış yasağı şeklinde adli kontrol hükümleri uygulanmıştı. Bugün ise Hussein’in adli kontrol şartı ev hapsi olarak değiştirildi. 

    İstanbul Beyoğlu’nda dün 12.30’da Yemen eski Ulaştırma Bakan’ının oğlu Musaeed Ahmed Musaeed Hussein, tedavi için babasını hastaneye götürdüğü esnada Pakize Özer’e çarptı. Çarpmanın etkisiyle yere düşerek ağır yaralanan Özer yoğun bakımda tedavi altına alındı. Gözaltına alınan Hussein ise aynı gün çıkartıldığı mahkemece yurtdışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı. Ahmed Musaeed Hussein’in yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol şartı bugün ev hapsine çevrildi. 

    TEDAVİ AMACIYLA TÜRKİYE‘YE GELMİŞLER

    Edinilen bilgiye göre Yemen eski Ulaştırma Bakan’ı Ahmed Musa’aed Husseın Haidrah (77) hasta olduğu için tedavi amacıyla oğlu Musaeed Ahmed Musaeed Hussein (27) ile birlikte Türkiye’ye geldi. Yemenli eski Bakan, oğlunun kullandığı araçla hastaneye doğru seyir halindeyken cadde üzerinde yolun karşısına geçmek isteyen Pakize Özer’e (69) çarptı. Kaza sonucu yere savrulan Özer, başını yere çarpması sonucu ağır şekilde yaralandı ve tedavisi halen sürüyor.

  • TBMM’DE BÜTÇE GÖRÜŞMELERİ… TUNCER BAKIRHAN: “SİZİN DİLİNİZDE HAKLAR SUÇ, BARIŞ HAKARET, ADALET İSE CEZAEVİ DEMEK OLDUKÇA HİÇBİR SORUNA ÇÖZÜM ÜRETEMEZSİNİZ”

    TBMM’DE BÜTÇE GÖRÜŞMELERİ… TUNCER BAKIRHAN: “SİZİN DİLİNİZDE HAKLAR SUÇ, BARIŞ HAKARET, ADALET İSE CEZAEVİ DEMEK OLDUKÇA HİÇBİR SORUNA ÇÖZÜM ÜRETEMEZSİNİZ”

    HEDEP Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, bütçe görüşmelerinde AKP hükümetini eleştirdi. Bakırhan, “Sizin dilinizde haklar suç, barış hakaret, adalet ise cezaevi demek oldukça hiçbir soruna çözüm üretemezsiniz, ama bilin ki bu ülkede toprak bile ölümden, zulümden adaletsizlikten yoruldu. Bu sebeple gelin artık Kürt sorunundan, kutuplaşmadan ve düşmanlaştıran siyasetten nemalanlara bu fırsatı artık vermeyelim. İnanın bu sorunun çözümü başka yerlerde değildir; Kürt sorunu Ankara‘da çözülür, Diyarbakır’da çözülür yeter ki samimiyetle güçlü bir irade ortaya koyalım. Bu bir tarihe geçme veya tarih olma seçimidir” dedi.

    TBMM Genel Kurulu’nda 2024 bütçe görüşmeleri bugün başladı. HEDEP adına Eş Genel Başkanlar Tuncer Bakırhan ve Tulay Hatımoğulları Oruç konuştu. Bakırhan şunları söyledi:

    “KÜRT SORUNU DA BÜYÜMEYE, DENGELERİ DEĞİŞTİRMEYE DEVAM ETMEKTEDİR”

    “Dünya genelinde ve Orta Doğu özelinde siyaset kendine yeni yol arayışındadır. Bu sancılar dünya halklarına; savaş, ekonomik, kriz, göç, gözyaşı olarak yansımaktadır. Bugün yaşananlar adı konmamış üçüncü dünya savaşıdır. Sistem içi çekişmelerin bir doyuma ulaştığı, bölgesel ve yerel düzeyde tarihin hızlandığı enerji koridorları üzerinden yeniden dizayn etme çabası söz konusuyken Kürt sorunu da büyümeye, dengeleri değiştirmeye devam etmektedir.

    Her ne kadar Kürt sorunu yok sayılsa da temelde yok sayılan Kürt’lerin varlığıdır. Varlığı gibi temel hakları yok sayılan, yurttaşlığına şerh koyulan Kürt’ler varlar ve her yerdeler. Sorunun özüdür işte bu inkar ve yok saymadır. Bu sorunun önümüzdeki süreçte nereye evrileceği, nasıl şekilleneceği büyük oranda Türkiye‘nin politik tercihlerine bağlıdır. Bundan sonra tercih demokrasi mi yoksa şiddet mi? Bunlar sağduyu mu hamaset mi? Müzakere mi yoksa çatışma mı olacak? Gözyaşı ve şiddeti sürdürmek yerine cesaretle az gidilen patikalar tercih edilecek mi hep beraber göreceğiz.

    Kürt kelimesini terör kelimesine eşitleyen, her sözümüze Anayasa 3’üncü madde hatırlatması yapan akıl, bunu iyi düşünmelidir. Biz samimiyetle tüm birikimimizle bu sorunun çözümüne odaklanmış bulunuyoruz. Çünkü, bu ülkede geleceğe, ekonomiye, sosyal refaha, demokrasiye dair ne söylenirse söylensin son kertede bütün problemlerin kaynağında Kürt meselesinin çözülmemiş oluşu yatıyor. Bu bir iddia değildir; gören gözler, duyan kulaklar için tarihten süzülmüş rafine bir gerçektir.

    “VERDİĞİMİZ HER 100 LİRA VERGİNİN BU 10 LİRASI BU HALKA ŞİDDET VE BASKI OLARAK GÖRÜYOR. BU NASIL İZAH EDİLEBİLİR?”

    Siz de biliyorsunuz, geçen yüzyılda 42 Başbakan, 12 Cumhurbaşkanı ve sayısız bakan; inkâr ve yok sayma dışında bir şey yapmadı. Çözüme yanaşmadı ve kaybeden Türkiye halkları oldu. Tarih de gösterdi ki Kürt sorununu çözmeyen, kendisi çözülür. Bir siyaset malzemesi ve kullanışlı bir iç düşman olarak görülen her ekonomik ve siyasi krizde Kürtleri düşman ilan etmek, işe yaramıyor. Bu artık görülmelidir, bu artık anlaşılmalıdır. Merkezi Bütçesi, 11 milyon civarıyken bu yoksulluk ve kriz koşullarında bunun yüzde 10’un savaşa ayrılmış olması, nasıl açıklanabilir? Verdiğimiz her 100 lira verginin bu 10 lirası bu halka şiddet ve baskı olarak görüyor. Bu nasıl izah edilebilir? Hangi vicdan bunu kabul edebilir? Barışın maliyeti yoktur ama savaş maliyetlidir. Bakın size bir örnekle bunu açıklamak istiyorum; 2022 yılında Rusya ile Ukrayna arasında bir savaş patlak verdi. Türkiye bu savaşta ne cepheye sahipti ne de koruması gereken bir sınırı vardı. Buna rağmen bu savaştan Türkiye’nin zararı 8 milyar dolar oldu. O halde sormak gerekiyor, 40 yıldır doğrudan yürütülen ve her bakımdan kayba neden olan bir çatışmanın ekonomik olarak yarattığı yıkımın maliyeti nedir? Bugün halkın boş tencerelerine ‘merminin fiyatını biliyor musun’ denilerek çirkin gerekçeler üretenlerin verdiği zarar bundan ibaret değil. Maalesef bu yoksul halkın pişirdiği dert, yediği ise kandır, acıdır. Unutmayın ki savaş eken zarar ziyan biçer.

    21’inci yüzyılda Kürt sorununun çözümünün güncel adına dönüşen Sayın Öcalan üzerindeki tecrit tüm yakıcılığı ile gündemdedir. Mutlak tecritin kalkması için hukuk gibi meşru talepler ile cezaevindeki binlerce tutsak şu anda açlık grevindedir. Biz bir kez daha herkesi aklı selim olmaya davet ediyoruz.

    “SİZİN DİLİNİZDE HAKLAR SUÇ, BARIŞ HAKARET, ADALET İSE CEZAEVİ DEMEK OLDUKÇA HİÇBİR SORUNA ÇÖZÜM ÜRETEMEZSİNİZ”

    Kürt sorununda çözümsüzlük politikaları sürdükçe emrinizdeki yargı ile ürüttüğünüz Kobani ve HDP kapatma davasındaki kumpaslar, ayağınıza dolanır. Kentlerin yıkımında askere verdiğiniz dokunulmazlık döner dolaşır darbe girişimi olarak sizi bulur. Yargıtay’da bir ceza dairesi de darbe mekaniğini canlı tutmaya heveslenir. Sizin dilinizde haklar suç, barış hakaret, adalet ise cezaevi demek oldukça hiçbir soruna çözüm üretemezsiniz ama bilin ki bu ülkede toprak bile ölümden, zulümden adaletsizlikten yoruldu. Bu sebeple gelin artık Kürt sorunundan, kutuplaşmadan ve düşmanlaştıran siyasetten nemalanlara bu fırsatı artık vermeyelim. İnanın bu sorunun çözümü başka yerlerde değildir; Kürt sorunu Ankara’da çözülür, Diyarbakır’da çözülür yeter ki samimiyetle güçlü bir irade ortaya koyalım. Bu bir tarihe geçme veya tarih olma seçimidir. Gelin, yeni bir dil ile Kürt sorunun demokratik çözümünü sağlayarak İkinci yüzyılda demokratik bir cumhuriyet inşa edelim.

    “AKP VE MHP İTTİFAKI DA ALEVİ İNANCINI İNKAR ETMEYE DEVAM EDİYOR”

    Alevi toplumu Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana sistematik ayrımcılığa maruz kalıyor. AKP ve MHP ittifakı da Alevi inancını inkar etmeye devam ediyor. Cemevlerinin ibadethane statüsünde olduğu AİHM kararları ile tescillenmiştir ama iktidar, gerekli yasal düzenlemeleri yapmamakta ısrar ediyor. Ayrıca yetmiyor, hilelere başvuruyorlar. Buradan bir kez daha söyleyelim, Alevilik yüzyıllardır, maaşla ile memur kadrosuyla değil tüm katliam ve asimilasyon çabalarına rağmen kendi inancına sarılarak ayakta kalmıştır. İnancını ve tanımayanlara Aleviler, rızalık vermeyecektir. Biz de bu çürümüş siyaset karşı Alevi toplumunun, cemevlerinin resmi statüsünü tanınması, anayasal hak olarak düzenlenmiş eşit yurttaşlık için mücadelemize devam edeceğiz.

    “SON 20 YILDA 3 MİLYON HEKTAR TARIM ALANI YOK EDİLDİ”

    Bu iktidar döneminde ekosistemde ne varsa; denizler, nehirler, göller, ovalar, tarım alanları, ormanlar, sulak alanlar enkaza dönüştürüldü. Son 20 yılda 3 milyon hektar tarım alanı yok edildi. Bu alan Belçika’nın yüzölçümü kadardır. Bu alanları yok ettiğiniz için, bugün buğdayı, eti, temel gıda maddelerini ithal etmek zorunda kalıyoruz. Derdiniz toprak gördüğünüz yere beton dikmektir. Beton dikerek rant sağlamaktır. Size soruyoruz, kaç çimento, kaç beton bir dirhem toprağın ve bereketinin yerine geçebilir? Ne ekmeğe ne özgürlüğe çözüm olan bu bütçe hayata geçerse yetersiz beslenen insan sayımız 15 milyondan 80 milyona çıkacak, yaşayabilmek için artık öğün sayımızı azaltmak yetmeyecek ekmeğe muhtaç hale geleceğiz. Bu düzen böyle gitmez. Nerede sebzeyi çöpten toplayan bir yoksul, nerede en basit sosyal etkinliğe katılan bir genç, nerede ayın sonunu getiremeyen bir emekli varsa derdini bu parlementoda dillendirdik, dillendirmeye devam edeceğiz.

    “CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ, BU ÜLKEYE ÖLÜM VE AÇLIKTAN BAŞKA BİR ŞEY GETİRMEMİŞTİR”

    Bu ülkede küçük bir azınlık bereket içinde yaşıyor, nüfusun yüzde 99’u sefalet ve yoksulluk içinde yaşıyorsa orada rejim ve sistem sorunu vardır. 2015 yılında Çözüm Süreci’nin iktidar tarafından bitirilmesi ve 2018 yılında OHAL koşullarında geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bu ülkeye ölüm ve açlıktan başka bir şey getirmemiştir. Sürekli kriz üreten bu sistemin her şeyi merkeze bağlayan anlayışın, felaketin postacısıdır. Tüm kaynakları merkezden dağıtan anlayış artık dünyada iflas etmiştir.

    “KAYYUM, KÜRT’E ATANMIŞ SÖMÜRGE VALİSİDİR”

    Önümüzdeki seçim sadece belediye seçimi değildir, aynı zamanda yerel demokrasi talebini dillendirmektir. Bu kapsamda yerel seçimler merkeziyetçi devlete karşı, toplumun demokrasi çağrısı olacaktır. Bizler, kayyumlar ile en fazla iradesi gasp edilen en eşitsiz şartlarda seçimlere katılan, hukuksuzluklarla en fazla mücadele eden bir parti olarak bu seçimlere de hazırız. Herkes biliyor, biz kaynakları halk için kullandık. Kayyumlar ise ceplerini doldurmak için… Biz önümüzdeki dönemde, belediyelerden başlayarak tüm Türkiye’de kayyum rejimi ortadan kaldıracağız. Kayyum irade gaspıdır, talandır, usulsüzlüktür. Belediyeleri halktan ayıran ve Batı Şeria’da olduğu gibi yükselen utanç duvarları demektir. Atadığınız kayyumların bulaşmadığı suç kalmadı. Kayyuma kayyum atamak zorunda kaldınız. Kayyum, Kürt’e atanmış sömürge valisidir.”

    HATIMOĞULLARI: “MUHALEFET PARTİLERİNİN VERDİĞİ BÜTÜN ÖNERGELER AKP VE MHP OYLARI İLE REDDEDİLDİ”

    HEDEP EŞ Genel Başkanı ve Adana Milletvekili Tulay Hatımoğulları Oruç ise özetle şunları dedi:

    “2024 bütçesi tam 36 gün boyunca komisyonlar görüşüldü. Başta partimiz olmak üzere, muhalefet partilerinin verdiği bütün önergeler AKP ve MHP oyları ile reddedildi. Ortaya çıkan bütçe taslağı, yine bütçe maratonu sonucunda AKP ve MHP oyları ile onaylanarak geçecek. Şunu belirtmeliyiz ki, bütçe rakamlardan ibaret değildir. Bütçe tamamen siyasi bir tercihtir ve ne yazık ki AKP, iktidara geldiği günden bugüne kadar uyguladığı neoliberal politikalar ile tercihlerini işçiden, emekçiden yana değil sermayeden ve yandaştan yana yaptı. Bütün yurttaşların eşit hakkı olması gereken beytülmali parça parça yandaşlarına, aile çevrelerine, fonculara peşkeş çekti. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında bu bütçe, utanç bütçesi olarak, cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk bütçesi olarak tarihe geçecek.

    “İSRAİL İLE BÜTÜN TİCARİ VE ASGARİ ANLAŞMALARINIZI FESHEDİN”

    2008’de küresel ölçekte, özellikle ABD’de morgıç krizi ile birlikte bir ekonomik kriz patladı ve bu kriz, bütün yer küreyi sarmış durumdadır. Neoliberalizmin doğurduğu çoklu krizler ve sorun yumağı gittikçe büyüyor. Çin ekonomisi ile beraber emperyalist güçlerin rekabeti daha da kızıştı. Tek kuşak, tek yol projesine karşı G20 ülkeleri; Yeni Delhi’de yaptıkları toplantıda Hindistan Ortadoğu Avrupa ekonomik koridorunu oluşturdular. Emperyalist güçler, dünyayı parça parça yeniden paylaşmaya çalışırken işçinin, emekçinin, milyarlarca insanın payına açlık ve yoksulluk düşüyor ve yine emperyalist güçler bu ekonomik dağılı yönetebilmek için popülist, sağcı, erkek yönetimlerin hakim olduğunu görüyoruz, bu bir tesadüf değildir.

    Gazze’de çok büyük vahşet yaşanıyor. Bu parlamentonun temel gündemlerinden biriydi ama ne yazık ki bu iktidar üzerine düşeni yapmadı. Sadece mesaj verdi, kendini muhalefet zannederek kürsülerden ya da Erdoğan uçaklarda yaptığı açıklamalarda ateşkes çağrısında bulundu. Oysa siz muhalefet değilsiniz. İktidar sizsiniz, yetki sizin elinizde ve muhalefet şu çağrıyı yaptı sizlere; İsrail ile bütün ticari ve asgari anlaşmalarınızı feshedin çağrısını yaptık. Buradan bir kez daha bu çağrıyı yineliyoruz.

    “KÜRT SORUNU BARIŞÇIL VE DEMOKRATİK YÖNTEMLERLE ÇÖZÜLMELİDİR, İMRALI TECRİDİ KALKMALIDIR”

    Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak, bu kürsüde çok sık ifade ettik, Kuzey ve Doğu Suriye’de devam eden çatışmalar… Yıllardır iktidarın emriyle bombalanıyor oralar, sivil insanlar katlediliyor. Yaşam alanları, hastaneleri, okulları, temiz su şebekeleri, her yer paramparça ediliyor. İHA’larla, SİHA’larla suikastlar düzenleniyor; biz bunu kabul etmedik, etmeyeceğiz. Rojava’da Kürt halkı Arap halklarıyla birlikte IŞİD gibi bütün dünyanın başına bela olmuş bir örgüte geri adım attırmayı başarmıştır, onurlu bir mücadele yürütmüşlerdir. Buradaki iktidar, AKP iktidarı ortağıyla birlikte İsrail’in zalimliğini anlatarak kendi zulmünü örteceğini zannediyor ama yanılıyor. Kürt sorunu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmelidir, İmralı tecridi kalkmalıdır. Şimdi -tecridin kalkması için cezaevlerinde biliyorsunuz devam eden açlık grevleri var- açlık grevleri daha ağır bir tabloya dönüşmeden tecrit ortadan kaldırılmalıdır ve Kürt sorununun çözümü konusunda adım atılmalıdır. Türkiye, Kürt sorununu çözebilen bir ülke pozisyonuna gelirse bütün Orta Doğu’ya, Afrika’ya örnek olacak barış hareketinin başını çekebilir.

    “TOPLUMUN YÜZDE 70’İ GEÇİNEMİYOR”

    Bakın, sadece seçim sonrası şekere 11 kez, çaya 4 kez zam yapıldı; demsiz su, şekersiz çay, katıksız ekmek iktidarın bu ülkeye layık gördüğü sefalettir. Türkiye’de işsizlikten ve baskılardan dolayı tarihin en büyük göçü yaşanmaktadır ve bugün asgari ücret, yoksulluğun 4 kat aşağısındadır. Toplumun yüzde 70’i geçinemiyor değerli arkadaşlar.

    “EKONOMİ VE SİYASET BİRBİRİNDEN AYRILAMAZ, BUNUN İÇİN RADİKAL, GÜÇLÜ DEĞİŞİMLERE İHTİYACIMIZ VAR”

    Değerli işçi, emekçi, esnaf, yoksul kardeşlerim; yoksulluk bizim kaderimiz değildir ve elbette değiştirebiliriz. Ekonomi ve siyaset birbirinden ayrılamaz, bunun için radikal, güçlü değişimlere ihtiyacımız var. Demokratik Ekonomi Programı’mızla enflasyon, işsizlik, gelir dağılımı, adaletsizlik, yoksulluk, barınma sorunu üzerine çok detaylı çalışma yürüttük parti olarak ve acil önlemler kapsamındaki önerilerimizi burada sizlerle paylaşıyorum. Her haneden en az 1 kişiye ‘temel gelir güvencesi’ adı altında bütçe sağlayacağız. Asgari ücreti yoksulluk sınırının yarısından daha fazla yapacağız. En düşük emekli maaşını asgari ücret düzeyine çıkaracağız. Çalışan kadınlar için eşit işe eş değer ücret sağlayacağız. Her hane için ihtiyaç sınırında aylık ücretsiz elektrik, doğal gaz ve su sağlayacağız. Zaruri malların fiyatları geçici olarak dondurulacaktır. Çocukların beslenme ihtiyaçlarını karşılayacağız. İşsizlere gelir desteği sağlayacağız ve en önemli işlerimizden biri de -esnafın da, bütün yurttaşlarımızın da belini büken vergi- vergi sistemini değiştireceğiz; azdan az, çoktan çok vergi sisteminin oturmasını sağlayacağız; bunu pekâlâ yapabiliriz.

    “BU BÜTÇEDE KADININ ADI YOK”

    Evet, değerli arkadaşlar, bu bütçede kadının adı yok çünkü bu iktidarın gücü yetse kadının ismini sözlükten silecek; hakikaten bunu istiyorlar. Bu çürümüş erkek egemen düzende her gün kadınlar katlediliyor, her gün kadınlar çok yoğun şiddete maruz kalıyorlar. İşsizlik türlerinden işsizliğin en yüksek olduğu kategori yüzde 30’larla geniş tanımlı kadın işsizliğidir. Mecliste kadın temsil oranı -onu da bizim partimiz yükseltiyor- yüzde 20 oranında; oldukça düşük. Yerel yönetimlerde sırf kadın eşitlikçi demokratik yerel yönetim modelini, eş başkanlık ve eşit temsilîyet sistemini hayata geçirdik diye onlarca kadın eş başkanımız gözaltına alındı, tutuklandı.

    “MERKEZÎ BÜTÇEDE KADINLARIN SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ VE HER TÜRLÜ ŞİDDETİN ENGELLENMESİ İÇİN ÖZGÜN BİR BÜTÇE AYRILMADI”

    Kayyum atanan belediyelere gelen kayyumların ilk icraatı da kadın kurumlarını kapatmak oldu. Değerli arkadaşlar, 2023 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’nde ‘Türkiye en dibe doğru,’ başlığıyla 146 ülke içerisinde 129’uncu sırada ve kalkıp şu kürsülerden övünüyorlar ‘Biz kadınların önünü açtık’ diye. Şu tabloya baktığınızda kadınların önünü siyasette de sosyal yaşamda da kamusal alanda da nasıl kapattığınızı siz de eminim çok iyi göreceksiniz. Merkezî bütçede kadınların sorununun çözümü ve her türlü şiddetin engellenmesi için özgün bir bütçe ayrılmadı.”

     

  • MSB:  IRAK’IN KUZEYİNDEKİ GARA, METİNA, HAKURK VE KANDİL BÖLGELERİNE YAPILAN HAVA HAREKATLARI İLE 13 HEDEF İMHA EDİLMİŞTİR

    MSB: IRAK’IN KUZEYİNDEKİ GARA, METİNA, HAKURK VE KANDİL BÖLGELERİNE YAPILAN HAVA HAREKATLARI İLE 13 HEDEF İMHA EDİLMİŞTİR

    Milli Savunma Bakanlığı (MSB), “Irak’ın kuzeyindeki Gara, Metina, Hakurk ve Kandil bölgelerinde bulunan terörist hedeflerine 11 Aralık 2023 saat 17.00’de hava harekatları icra edilmiş, icra edilen hava harekatları ile Bölücü Terör Örgütü (BTÖ) tarafından kullanılan ve içerisinde sorumlu düzeyde teröristlerin de bulunduğu değerlendirilen mağara, sığınak, barınak ve depolardan oluşan 13 hedef imha edilmiştir” açıklamasını yaptı.

    MSB, Irak’ın kuzeyindeki Gara, Metina, Hakurk ve Kandil bölgelerine bugün yapılan hava harekatlarına ilişkin yazılı açıklama yaptı. Bakanlık’tan yapılan açıklama şöyle:

    “PKK/KCK ve diğer terörist unsurları etkisiz hale getirerek Irak’ın kuzeyinden halkımıza ve güvenlik güçlerimize yönelik terör saldırılarını bertaraf etmek ve hudut güvenliğimizi sağlamak maksadıyla; Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın 51’inci maddesinden doğan meşru müdafaa haklarımız doğrultusunda, Irak’ın kuzeyindeki Gara, Metina, Hakurk ve Kandil bölgelerinde bulunan terörist hedeflerine 11 Aralık 2023 saat 17.00’da hava harekatları icra edilmiş, icra edilen hava harekatları ile Bölücü Terör Örgütü (BTÖ) tarafından kullanılan ve içerisinde sorumlu düzeyde teröristlerin de bulunduğu değerlendirilen mağara, sığınak, barınak ve depolardan oluşan 13 hedef imha edilmiştir. İcra edilen harekatlarda azami oranda yerli ve milli mühimmat kullanılarak çok sayıda terörist etkisiz hale getirilmiştir.

    Asil milletimizin bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri, geçmişte olduğu gibi bugün de ülkemizin ve milletimizin beka ve güvenliği için terörle mücadeleye tek bir terörist kalmayıncaya kadar azim ve kararlılıkla devam edecektir. Bu harekatlar sırasında; masum sivillerin, dost unsurların, tarihi ve kültürel varlıklar ile çevrenin zarar görmemesi için her türlü tedbir alınmıştır.”

  • ESKİ FOÇA BELEDİYE BAŞKANI ALİ İLÇAN BİRİNCİ VEFAT YIL DÖNÜMÜNDE ANILDI

    ESKİ FOÇA BELEDİYE BAŞKANI ALİ İLÇAN BİRİNCİ VEFAT YIL DÖNÜMÜNDE ANILDI

    Geçmiş dönem Foça Belediye Başkanlarından Ali İlçan, vefatının birinci yıl dönümünde kabri başında anıldı.

    Foça’ya verdiği hizmetler ve saygıdeğer kişiliğiyle hatırlanan merhum Ali İlçan için hazırlanan anma törenine, CHP Foça İlçe Başkanı Esen Çeşmeci, Foça Belediye Başkanı Fatih Gürbüz, Ali İlçan’ın eşi Hayriye İlçan ve ailesi, CHP Foça İlçe Örgütü, geçmiş dönem belediye başkanları ve Foçalılar katıldı.

    Merhum Ali İlçan’ın kabrine karanfiller bırakılarak dualar okundu.

    Foça Belediye Başkanı Fatih Gürbüz; ‘‘İlçemize sunduğu hizmetlerin yanında her zaman sevgi ve saygıyla hatırlanan, geçmiş dönem belediye başkanlarımızdan merhum Ali İlçan’ı, aramızdan ayrılışının birinci yıl dönümünde saygı, rahmet ve özlemle anıyoruz’’ dedi.

    ALİ İLÇAN KİMDİR?

    Ali İlçan; 1945 yılında Yenifoça’da doğdu. İlk ve orta okulu Foça’da, lise öğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra 1968 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden mezun oldu.
    1969-1980 yılları arasında Tarım ve Orman Bakanlığı’nda Ziraat Yüksek Mühendisi olarak, 1977-1980 yıllarında Foça Ziraat Mühendisliği’nde görev yaptı. 1980-1994 yılları arasında Foça Yenibağarası Köy Kalkınma Koop. ’da yöneticilik ve Foça Mandırasının kuruluşunu yaptı. 
    1983 yılında SODEP Foça İlçe Örgütünün Kurucu Başkanlığı, SHP Foça İlçe Başkanlığı ve 1994-1999 yıllarında Belediye Meclis Üyeliği ve Belediye Başkan Yardımcılığında bulundu.
    1999-2004 yılları arasında Foça Belediye Başkanlığı görevinde bulundu. 11 Aralık 2022 tarihinde vefat eden Ali İlçan, evli ve iki çocuk babasıydı.