Blog

  • DENİZ YÜCEL: “MEHMETÇİĞİ BİLE BİLE ÖLÜME GÖNDEREN ELLERDEN ÇIKMIŞ BİLDİRİLERE, BİZİM MÜREKKEBİMİZİN TEK BİR DAMLASI BİLE DÜŞMEYECEK”

    CHP Sözcüsü Deniz Yücel, “Utanç verici olan çözüm sürecinde karakollara ‘Terör örgütü PKK’yı görmezden gelin, müdahale etmeyin’ talimatı vermektir. Utanç verici olan, terör örgütünün elebaşısı Öcalan’ın mektubunu devletin ekranlarında okumaktır. Osman Öcalan’ı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi kanalı olan TRT’ye çıkarmaktır, utanç verici olan. Utanç verici olan teröristleri affetmek için Habur’da seyyar mahkeme kurmak, devletin hâkimlerini teröristlerin ayağına göndermektir. Sınırı koruyan Mehmetçiğe ‘çözüm süreci var’ deyip mermi bile vermemektir. Karakol baskınlarında Mehmetçiği mermisiz ve savunmasız bırakmaktır.  1999, 2000, 2001, 2002 yıllarında toplam 20 şehidimiz varken, 21 yılda binlerce evladımızın şehit olmasıdır, utanç verici olan. Mehmetçiği bile bile ölüme gönderen ellerden çıkmış bildirilere, bizim mürekkebimizin tek bir damlası bile düşmeyecek” dedi. Yücel, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in katıldığı şehit cenazesinde yaşanan provokasyon ile ilgili olarak da “Genel Başkanımıza ve bizlere o saldırıyı yapanlar korkak ve karanlık güçlerin elinde maşa olmuş kullanışlı aparatlardır.  Bu ve benzeri provokasyonlar bizi doğru bildiğimizi yapmaktan ve söylemekten alıkoyamaz” değerlendirmesini yaptı.

    CHP Sözcüsü, Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Deniz Yücel; parti genel merkezinde CHP Genel Başkanı Özgür Özel başkanlığında yapılan MYK toplantısının ardından, Genel Merkez’de basın toplantısı düzenledi. Yücel, özetle şu açıklamayı yaptı:

    “İNSAN OLAN HERKESİN CANININ YANDIĞINDAN HİÇ ŞÜPHEMİZ YOK: Acımız büyük. 22-23 Aralık gecelerinde Pençe –Kilit Harekat operasyon bölgesinde 12 evladımızı şehit verdik. Piyade Teğmen Ramazan Günay, Piyade Uzman Çavuş Mehmet Serinkan, Piyade Uzman Onbaşı İsmail Yazıcı, Piyade Sözleşmeli Er Semih Yılmaz, Piyade Uzman Çavuş Abdulkadir İyem, Piyade Uzman Çavuş Ahmet Arslan, Piyade Sözleşmeli Er Emre Taşkın, Piyade Sözleşmeli Er Yasin Karaca, Piyade Sözleşmeli Er Çağatay Erenoğlu, Piyade Sözleşmeli Er Cebrail Dündar, Piyade Sözleşmeli Er Enis Budak ve Piyade Sözleşmeli Er Kemal Aslan. Her birinin ayrı bir hikayesi var, her birinin arkalarında bıraktıkları evlatları, gözü yaşlı anaları, babaları ve eşleri var. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine baş sağlığı ve sabır diliyoruz. Milletimizin başı sağ olsun. İnsan olan herkesin canının yandığından hiç şüphemiz yok.

    ARTIK CUMHURBAŞKANI’NIN ŞEHİTLERİMİZ ÜZERİNDEN AHKÂM KESMESİNE TAHAMMÜLÜMÜZ YOK: Ancak biz CHP olarak, vatan savunmasında canlarını seve seve feda eden bu evlatlarımız için ‘canımız yanıyor’ sözünü söylemekten daha fazlasının yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Artık Cumhurbaşkanı’nın şehitlerimiz üzerinden ahkâm kesmesine tahammülümüz yok. Artık, ‘Aile Bakanlığı, şehidimizin Tokat’taki kerpiçten evini yenileyecekmiş’ gibi haberlere tahammülümüz yok. İçeriksiz kınama metinlerinin yer aldığı A4 kağıtlarına, altına atılmış samimiyetsiz imzalara tahammülümüzün kalmadı. Şehitlerimize Suudi Arabistan Kralı kadar kıymet vermeyenlerin, terör örgütleriyle yarışan hainliklerine tahammülümüzün kalmadığı bir noktadayız. Zenginlerin, ‘Fakirlerin şehadeti üzerinden siyaset yapmasına’ artık tahammülümüz kalmadı. Şehitlerimizin tabutlarının yanı başından, siyaset yankılanan mikrofonlara tahammülümüzün kalmadığı bir noktadayız.

    YAKIN GEÇMİŞTE KANDİL’DEN AKP’YE TEŞEKKÜR EDİLİYORDU: 13 Ağustos 2012’de bir AKP Genel Başkan Yardımcısının ‘Birkaç Mehmet şehit oldu diye Meclis toplanmaz’ dediğini unutmadık.  Biz, emperyalizme karşı milli mücadele vermiş, Cumhuriyeti kurmuş bir partiyiz. AKP ise terör örgütleriyle müzakere masasına oturan partidir. Yakın geçmişte Kandil’den AKP’ye teşekkür ediliyordu. Şimdi kalkmış imzaladığınız kâğıt parçası üzerinden bize milliyetçilik taslıyorsunuz. Önce şu sorulara makul ve mantıklı cevap verin: Milli Savunma Bakanı Gazi Meclis’i neden bilgilendirmiyor? Ulusal yas ilan etmek için ne bekliyorsunuz? İdlip’te 36 evladımız şehit olurken, ‘Rusya’dan hesap soracağız’ dediniz; eliniz güçlü olsun istedik ve CHP olarak Gazi Meclis’ten çıkan ortak bildiriye imza atmıştık. Ne oldu? Putin’in kapısında dakikalarca bekletilmekten başka bir şey oldu da bizim mi haberimiz yok? 12 şehidimizin de 21 yıldır ülkemizin dört bir köşesine ateş düşmesinin sorumlusunun da ‘Bölücü örgütü bitirdik’ yalanıyla günü kurtarmaya çalışan AKP olduğunu biliyoruz. Bizim terörle ilgili hiçbir sorumuza yanıt vermeyen, sorumluluk almaktan kaçan ve sorumluluğu hep başkalarının üzerine atan bir iktidarla aynı A4 kâğıdının üzerinde buluşup ona meşruiyet kazandırmayacağız.

    ANKARA’DA ŞEHİT CENAZESİ VARKEN MECLİS’TE MANGAL PARTİSİ YAPANLAR BİZE BİLDİRİ DAYATAMAZ: Bir grup trol, havuz medyası bizi linç edecek diye gerçekleri söylemekten vazgeçmeyeceğiz. Ankara’da şehit cenazesi varken Meclis’te mangal partisi yapanlar bize bildiri dayatamaz. Şehit haberleri ile yüreğimiz dağlanırken TRT’de müzik yayınlayanlar bize bildiri dayatamaz. Bu milletin evlatları vatan savunmasındayken hiçbir şey yokmuş gibi davrananlar bize milliyetçilik taslayamaz. AKP ‘Milli Yas’ ilan edemiyor, ama aslında milletimiz kendi yasını ilan etti. Çünkü 12 eve düşen ateş, 85 milyonu yakıp kavurdu ve kahretti. Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’in talimatı ile CHP’li belediyelerde de üç gün süreyle kutlama, konser kültür ve sanat etkinlikleri gibi organizasyonlar gelen şehit haberleri sonrasında ertelendi.

    BİR AVUÇ KENDİNİ BİLMEZİN ÇIKARDIĞI PROVOKASYON…: Dün, Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’le birlikte, Manisa’daki şehidimiz Piyade Sözleşmeli Er Enes Budak’ın naaşını Akhisar Hava İndirme Komutanlığı’nda karşılayarak, Manisa Saruhan Bey Camii’nde son yolculuğuna uğurladık. Şehit cenazesinde, şehidimizin aziz hatırasına saygısı olmayan bir avuç kendini bilmezin çıkardığı provokasyonun amacının ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu provokasyona Manisa’dan katılanların parti aidiyetleri dikkat çekiyor. Hepsi tek tek tespit ediliyor. Şehidimizin ailesi ve yakınları provokasyona izin vermedi. Onlar Genel Başkanımızın arayarak yapılanlardan büyük üzüntü duyduklarını ilettiler. Genel Başkanımıza ve bizlere o saldırıyı yapanlar korkak ve karanlık güçlerin elinde maşa olmuş kullanışlı aparatlardır.  Bu ve benzeri provokasyonlar bizi doğru bildiğimizi yapmaktan ve söylemekten alıkoyamaz.

    ÖNCE SAVUNMA BAKANINIZA, 24 SAATTE 12 EVLADIMIZI NEDEN ŞEHİT VERDİK, ONUN HESABINI SOR: Kolay siyasete alışan ve CHP’den yükselen itiraz karşısında ne yapacağını şaşıran Ömer Çelik, aklınca bizi eleştirmiş. CHP’nin, terör karşısında kendi bildirisini yayınlamasından rahatsız olmuş. ‘Ortak bildiriye imza atmaması utanç vericidir’ demiş. Sayın Ömer Çelik, sana sesleniyorum. Sen önce Savunma Bakanınıza, 24 saatte 12 evladımızı neden şehit verdik, onun bir hesabını sor bakalım. Sonra Bakanınıza; Mehmetçiğimiz sınırda canını dişine takmış teröristlerle çatışıp şehit olurken, şimdiye kadar yayınlanan bildirilerden, atılan imzalardan sonra ne yapıldı, kaç evladımız şehit düştü; onu sor.

    MEHMETÇİĞİ BİLE BİLE ÖLÜME GÖNDEREN ELLERDEN ÇIKMIŞ BİLDİRİLERE, BİZİM MÜREKKEBİMİZİN TEK BİR DAMLASI BİLE DÜŞMEYECEK: Utanç verici olan nedir biliyor musun Ömer Çelik. Çözüm sürecinde karakollara ‘Terör örgütü PKK’yı görmezden gelin, müdahale etmeyin’ talimatı vermektir. Utanç verici olan; alçak terör örgütü PKK’yı muhatap alıp Oslo’da masaya oturmaktır. Sonrasında da ‘Biz görüşmedik devlet görüştü’ demek yüzsüzlüktür, pişkinliktir, utanmazlıktır. Utanç verici olan; terör örgütünün elebaşısı Öcalan’ın mektubunu devletin ekranlarında okumaktır. Osman Öcalan’ı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi kanalı olan TRT’ye çıkarmaktır, utanç verici olan. Utanç verici olan teröristleri affetmek için Habur’da seyyar mahkeme kurmak, devletin hâkimlerini teröristlerin ayağına göndermektir. Sınırı koruyan Mehmetçiğe ‘çözüm süreci var’ deyip mermi bile vermemektir. Karakol baskınlarında Mehmetçiği mermisiz ve savunmasız bırakmaktır.  1999, 2000, 2001, 2002 yıllarında toplam 20 şehidimiz varken, 21 yılda binlerce evladımızın şehit olmasıdır, utanç verici olan. Mehmetçiği bile bile ölüme gönderen ellerden çıkmış bildirilere, bizim mürekkebimizin tek bir damlası bile düşmeyecek.

    Ülkemizde terör uzun yıllardır en temel sorunlardan biri. Terörle mücadele, siyasi ve askerî açıdan bütünlüklü bir politika, istikrar, açıklık ve hassasiyet gerektirir. AKP iktidarının terörle mücadele politikalarına baktığımızda ise gördüğümüz; sürece göre şekillenen, istikrarı olmayan, kapalı kapılar ardında yürütülen sözde bir mücadele. Milletleri tasada ve kıvançta birleştiren milli ve ortak değerlerimiz ve hassasiyetlerimiz, AKP tarafından her zaman günü birlik siyasetin malzemesi haline getiriliyor. Oysa terör, günübirlik siyasetin malzemesi yapılmayacak kadar önemli, iktidar hırsına kurban edilmeyecek kadar hassas bir konudur. Çünkü söz konusu olan vatandır, söz konusu olan Mehmetçiktir.

    TERÖRİSTLERİ BİLE SEÇİM MALZEMESİ OLARAK KULLANAN BİR PARTİ İLE AYNI TARAFTA OLAMAYIZ: Biz hiçbir siyasi partinin istikbalini bu memleketin sınır güvenliğinden, bu memleketin terörle mücadelesindeki başarısından daha üstün görmüyoruz. Bu nedenle de terörle mücadeleyi tutarlı bir siyasi çizgide götürmeyen, teröristleri bile seçim malzemesi olarak kullanan bir parti ile aynı tarafta olamayız.

    Bu ülkede millet iradesinin tecelli ettiği yüce meclisi, operasyonlarla ilgili bilgilendirmekten imtina edenlerin, terörle mücadeledeki samimiyetlerine inanmıyoruz. Millî Savunma Bakanlığı’nın sayfasında, ‘başarıyla tamamlandı’ yazan Pençe Operasyonlarında neden bu kadar çok şehit verdiğimizi öğrenmek istiyoruz. Bu ülkede terörü ve başta alçak, hain, bölücü terör örgütü PKK olmak üzere tüm terör örgütlerini lanetliyoruz.”

    “SİYASET ÜRETMEYE ÇALIŞANLAR YA DA BAZI ŞEYLERİN ÜZERİNİ ÖRTMEYE ÇALIŞANLAR KENDİLERİDİR”

    Deniz Yücel, açıklamalarının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Meclis’te beş siyasi parti grubunun imzaladığı bildiriye CHP Grubu’nun imza atmaması ile ilgili soru üzerine Yücel, şunları söyledi:

    “Şu metin, ortak metin, siyasi partilerin imzaladığı metin; terörü ve terör saldırılarını kınıyor. Bizim metnimiz, terörü ve terör saldırılarını lanetliyor. Bu metin, başsağlığı diliyor ve ‘terör ve şiddetin hiçbir zaman hedefine ve amacına ulaşmayacağını ifade ediyor. Bizim metnimizde diyoruz ki, Bizim Mehmetçiğimiz neden şehit düştü. Biz bu konuda, TBMM’de Milli Savunma Bakanı’nın Gazi Meclis’e gelerek; milletvekillerini ve Genel Kurul’u bilgilendirmesini istiyoruz. Bu metinler, bu bilgilendirmeler yapıldıktan sonra; siyasi partiler aydınlatıldıktan sonra 12 Mehmetçiğimizin iki günde şehit düşmesinde sorumluluğu olanlar var mı, bir ihmal var mı, alınması gereken önlemlerin hepsi alındı mı; konuşulup, tartışıldıktan sonra imzalanması gereken metinler. Bu metinler, kaptıkaçtı bir şeklide, gelin ortak metin hazırlayalım, ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğüne yapılan saldırılar amacına ulaşamayacaktır’ diyerek; samimiyetsiz, şehitlerimizi ve terörle mücadeleyi hafife alarak lalettayin bir metin kaleme alarak hazırlanacak ve açıklanacak metinler değildir.

    Biz CHP olarak bu soruların cevaplarını istedik. Milli Savunma Bakanı’nın bu soruların cevaplarını vermesini ve Meclis’i aydınlatmasını istedik. Ondan sonra eğer gerekirse, ortak bir metnin hazırlanıp imzalanabileceğini ve kamuoyuyla paylaşılabileceğini ifade ettik.

    CHP’nin bu olayın en ince detaylarını sorgulamakta, araştırmakta siyaset yapılıyor gibi yorumlanması doğru değildir. Aksine böyle geçiştiren ortak açıklamalarla bazı sorumluların ve sorumlulukların üzerini örtemeye çalıştıklarını biz çok iyi biliyoruz.

    Dünyada asker millet olan çok az toplum vardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yaşayan Türk milleti, bizim vatandaşlarımız, bizim toplumumuz; asker bir millettir. Her evden asker çıkar. Biz askerlerimizi ellerine kına yakarak askere göndeririz. Bu soruları sormak; bu olayın perde arkasındaki sorumluları ya da ihmaller zincirini araştırmak, soruşturmaz görevimizdir. Biz burada görevimizi yapıyoruz. Siyaset üretmeye çalışanlar ya da bazı şeylerin üzerini örtmeye çalışanlar kendileridir.”

  • CHP ELAZIĞ MİLLETVEKİLİ GÜRSEL EROL, ŞEHİT ER KEMAL ASLAN’IN ELAZIĞ’DAKİ CENAZESİNE KATILDI

    CHP ELAZIĞ MİLLETVEKİLİ GÜRSEL EROL, ŞEHİT ER KEMAL ASLAN’IN ELAZIĞ’DAKİ CENAZESİNE KATILDI

    CHP Elazığ Milletvekili Gürsel Erol, Pençe-Kilit Harekatı bölgesinde terör örgütü mensuplarının sızma girişimi sonrasında çıkan çatışmada şehit olan Piyade Sözleşmeli Er Kemal Aslan’ın ailesini ziyaret ederek başsağlığı dileklerini iletti.

    Geçtiğimiz gün Irak’ın kuzeyinde Pençe-Kilit Harekatı bölgesinde terör örgütü mensuplarının sızma girişimi sonrasında çıkan çatışmada Elazığlı Kemal Aslan ve 5 asker daha şehit oldu.

    CHP Elazığ Milletvekili Gürsel Erol, bugün Elazığ’a gelerek şehit Kemal Aslan’ın Hacı Fethi Camisi’nde gerçekleşen taziyesine katılarak ailesine başsağlığı dileklerini iletti. Erol, “Pençe-Kilit Hârekat bölgesinde alçak teröristler ile çıkan çatışmada şehit düşen Elazığlı hemşehrimiz P. Söz. Er Kemal Aslan’ın Hacı Fethi Camisi’nde gerçekleşen taziyesine katılarak muhterem ailesine baş sağlığı diledim. Kahraman Şehidimizin ruhu şad olsun. Aziz Milletimizin başı sağ olsun” dedi.

  • GÖKHAN GÜNAYDIN: “TÜRKİYE’Yİ DÜNYANIN EN BÜYÜK 10 EKONOMİSİ ARASINA SOKACAKTINIZ, EN SEFİL 10 ÜLKESİNDEN BİRİ YAPTINIZ. YAPARSA AKP YAPAR, BU UTANÇ DA SİZİN”

    CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, TBMM Genel Kurulu’nda, “TÜİK’in gelir dağılımı istatistiklerine göre, en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik kesimin toplam gelirden aldığı pay, önceki yıla göre de 1,3 puan artarak yüzde 48’e çıkmış, buna karşılık, en düşük yüzde 20 ancak yüzde 6 alabilmiş. Başka bir deyişle, iktidarınız ve yandaşlarınız hızla zenginleşirken, bal tutan parmağını yalarken vatandaş avucunu yalamaya devam etmiş. Diyoruz ya, hep söylüyorsunuz, yaparsa AKP yapar. Türkiye’yi Sefalet Endeksi’nde dünyada ilk 10’a soktunuz, önünüzde Zimbabve, Suriye, Sudan, Yemen gibi ülkeler var. Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına sokacaktınız, en sefil 10 ülkesinden biri yaptınız; yaparsa AKP yapar, bu utanç da sizin” dedi. Hükümetin politikalarını da eleştiren Günaydın, “Emevi Camisi’nde cuma namazı kılacağız diye, yine emperyalizmin maşası haline gelerek Suriye’ye Irak’a yapılan bütün operasyonlara destek verdiniz. 10 milyon mülteciden başka ne kaldı elinizde? Oralarda öldürülen masum insanlardan başka ne kaldı elinizde? Şimdi 10 milyon mültecinin para karşılığı bakıcılığını yapıyorsunuz; bu memleketi gerçekten bu hale düşürdünüz. Şimdi, ‘bu can bu bedende’, ‘bu fakir bu görevde oldukça’ diye başlayan nutuklarınız hep Türkiye’ye pahalıya patladı. 30 askerimizi şehit edenlerin kapısında beklediniz. Rahmetli Ecevit’in Clinton karşısında duruşuyla alay etmeye kalkarken, Ecevit-Erbakan ikilisinin Kıbrıs’ta yazdığı destanı görmezden geldiniz. Afyon’da afyon tarlalarına yazılan efsaneyi unuttunuz. Sonra size Beyaz Saray’dan beyzbol sopası gösterdiler, gıkınızı çıkaramadınız; sonra size zehir zemberek mektuplar yazdılar, cevap bile veremediniz” diye konuştu.

     TBMM Genel Kurulu’nda 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi, 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi ile Sayıştay raporlarının görüşmeleri devam ediyor. TBMM Genel Kurulu’nda bugün 2024 bütçesi üzerindeki son konuşmalar yapılıyor. Bütçenin tümü üzerine söz alan CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, şunları söyledi:

    “KİŞİ BAŞINA GELİRDE SİZ EN AZINDAN ON BEŞ YILDIR YERİNİZDE SAYIYORSUNUZ”

    “Sık sık büyüme rakamlarından bahsediyorsunuz, ekonomik analize fırsat vermeyen bir yalnızlık içinde anlatıp duruyorsunuz. Size göre artan jeopolitik risklere, dünyada gelişen iktisadi krizlere, darbe girişiminin hâlâ süren etkilerine rağmen AKP bir büyüme efsanesi yaratmış. Bakalım, veriler bunu teyit ediyor mu? Türkiye Zincirlenmiş Hacim Endeksine göre, 1923-2023 döneminde yüzde 5,4 büyümüş ortalama, dönemsel bazda en yüksek büyüme oranı 1923-1929 arasında ve yüzde 7,3 olarak gerçekleşmiş. Daha sonra, düşünelim, 1929’daki Büyük Ekonomik Buhran, İkinci Dünya Savaşı, petrol krizi, koalisyonlar, askeri darbeler, kapitalizmin birikim krizleri, bütün bunların hepsini toplayın Cumhuriyet dönemi boyunca yüzde 5’in üzerinde bir büyüme temposu ortaya koyabilen bir ekonomiden söz ediyoruz.

    2003-2008 döneminde yüzde 6,21 büyümüşsünüz, 2009-2023 dönemi büyümeniz Cumhuriyet dönemi toplam büyümesinin gerisinde yüzde 5,15. Demek ki ortada Türkiye’nin tarihsel büyüme oranını yakalayabilen bir büyüme temponuz yok, övünülebilecek bir şey yok. Büyümenin kalkınmaya dönüşüp dönüşemediğini iki rakamdan bakarız. Bir, acaba kişi başına geliri nasıl çerçevelenmiş? Yetmez, bölüşüm ilişkilerine odaklanmanız lazım. O halde Gini katsayısına bakmamız lazım. Türkiye’nin 2008 yılı kişi başına gayrisafi yurt içi hasılası 11 bin 18 dolar, 2022 için bu rakam 10 bin 659 dolar olarak gerçekleşmiş, 2023’te de 12 bin 415 dolar olacak. Demek ki kişi başına gelirde siz en azından on beş yıldır yerinizde sayıyorsunuz.

    “TÜRKİYE’Yİ SEFALET ENDEKSİ’NDE DÜNYADA İLK 10’A SOKTUNUZ”

    TÜİK’in gelir dağılımı istatistiklerine göre, en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik kesimin toplam gelirden aldığı pay, önceki yıla göre de 1,3 puan artarak yüzde 48’e çıkmış, buna karşılık, en düşük yüzde 20 ancak yüzde 6 alabilmiş. Başka bir deyişle, iktidarınız ve yandaşlarınız hızla zenginleşirken, bal tutan parmağını yalarken vatandaş avucunu yalamaya devam etmiş. Diyoruz ya, hep söylüyorsunuz, yaparsa AKP yapar. Türkiye’yi Sefalet Endeksi’nde dünyada ilk 10’a soktunuz, önünüzde Zimbabve, Suriye, Sudan, Yemen gibi ülkeler var. Sefalet Endeksi’nin nasıl hesaplandığı, sitelerine girerseniz bilimsel olarak orada yazıyor. Danışmanlarınız var, elinizin altında bir bürokrasi var, hesap edin, deyin ki: ‘Bunlar yalan söylüyorlar ya, Türkiye asla o noktada değil.’ Niye buna kalkışamıyorsunuz biliyor musunuz? Çünkü gerçeğin ne olduğunu siz de biliyorsunuz. Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına sokacaktınız, en sefil 10 ülkesinden biri yaptınız; yaparsa AKP yapar, bu utanç da sizin.

    Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Sayın Fatih Erbakan burada bir konuşma yaptı ve tıpkı babası rahmetli Erbakan gibi faize ayrılan miktarları eleştirdi, bunun bakanlık bütçeleriyle oranlarını da ortaya koydu ama anlayamadığımız bir şekilde, bu konuşmayı yaptıktan sonra bütçeye olumlu oy vereceğini söyledi. ’22’nci bütçemiz’ diye övünüyorsunuz, burada iç ve dış faiz lobilerine yirmi bir yılda 2 trilyon 189 milyar TL para ödediniz. Bu, 2017’ye kadar her yıl ortalama ’50 milyar TL’ diye gidiyordu. Sonra canavarlaştı bu rakamlar; 2018’de 74 milyar TL, 2019’da bir yılda 100 milyar TL, 2020’de 134 milyar TL, 2021’de 181 milyar TL, 2022’de 311 milyar TL. Bu senenin bütçesinin ne kadarı faize gidiyor, biliyor musunuz? Tam 632 milyar TL’yi faize veriyorsunuz. Son yirmi bir yılda faiz lobilerine 559 milyar dolar ödediniz. Bu, sizden evvelki hükümetlerin toplam ödediği faizin 2 katı. İktidarınızda her yıl 27 milyar dolar, her ay 2,2 milyar dolar, her gün 73 milyon dolar, her saat 3 milyon dolardan fazla faizi milletin kesesinden aldınız, iç ve dış faiz lobilerinin kesesine attınız.

    “YİRMİ İKİ YILDA KİTABINA UYDURMA KONUSUNDA DA EPEY MESAFE KAYDETTİNİZ”

    Yirmi bir yılda ne kadar yatırım yapmışsınız? İfade ettiğiniz rakam 540 milyar dolar. Faize ne kadar para ödemiştiniz? 559 milyar dolar. Demek ki siz yirmi bir yılda yatırımdan çok daha yüksek parayı faize vermişsiniz. Siz yirmi bir yılda toplam 13,5 trilyon TL vergi topladınız. Bunu ortalama dolar kuru üzerinden hesapladığınızda, dolar cinsinden ifadesi 3 trilyon dolardır. Bunun üzerine 64 milyar dolar özelleştirmeyi, 500 milyar dolar da kullandığınız borcu eklediğinizde ne görüyorsunuz? 3,5 trilyon dolar gelir kullanmış AKP. Bunun ne kadarını yatırıma çevirdiniz, 540 milyar doları yani gelirinin yalnızca yedide 1’ini yatırıma çevirebilen bir AKP’den bahsediyoruz. Bu kamu ihalelerinden elde ettiğiniz rantla siyaseti nasıl finanse ettiğinizi, medyayı nasıl dizayn ettiğinizi artık sağır sultanlar duydu. Elbette yirmi iki yılda kitabına uydurma konusunda da epey mesafe kaydettiniz.

    Sıhhiye’de, birkaç kilometre ötede Ankara Adalet Sarayı var, yepyeni bir bina, sapasağlam bir bina. Adalet Bakanlığı’nın toplam bütçesi de 88 milyar TL. Siz o binayı arkasındaki uygun alana genişletmeyi planlamak yerine yıkmak ve yeniden yapmayı hedefliyorsunuz çünkü yıktığınızın yerine rant üreteceksiniz, yeniden yaparken de başka bir rant üreteceksiniz. Açık ihale mi yaptınız burayı? Yok, açık ihale yapmadınız. Ne yaptınız? Pazarlık usulü. 3 tane firma kıyasıya çarpışmış, kıyasıya rekabet etmiş. Kimmiş bunlar? Biri Kalyon, biri Limak, öbürü de Rönesans. Tanıdık geldi mi? Bu üç firma aralarında kıyasıya çarpışmış ve Rönesans 24 milyar liraya burayı almış. Yani bir tek adalet binası Adalet Bakanlığı bütçesinin yüzde 27’sini yutmuş. Ben şimdi soruyorum: Bu 3 firmadan başka buranın ihalesine girecek ve o binayı yapabilecek firma yok mu Türkiye’de? Acaba bunu pazarlık usulüyle değil de açık ihaleyle yapsaydınız kamunun ne kadar kaynağını esirgemiş olurdunuz? Yapmazsa AKP yapmaz, her zaman ‘Yaparsa AKP yapar’ demiyoruz. Bazen ‘Yapmazsa da yalnızca AKP yapmaz’ diyoruz çünkü siz bu kaynakları siyasetin finansmanına kullanıyorsunuz.

    “ENFLASYONU YÜZDE 5’E İNDİRECEKTİNİZ, ŞİMDİ ENFLASYON YÜZDE 65”

    Çok büyük ihracat kahramanlıkları efsaneleri dinledik. Yirmi bir yılda dış ticaret fazlası verdiğiniz tek bir yıl yoktur. Yirmi bir yılda verdiğiniz dış ticaret açığının toplamı 1,3 trilyon dolardır. İhracatın ithalatı karşılama oranı döneminizin başında yüzde 68’ken bugün yüzde 70’tir. Peki siz bunu nasıl bir ortamda sağladınız biliyor musunuz? Türk lirasının değer kaybında dünya rekoru kırdığı bir dönemde yaptınız, sadece Arjantin pesosuyla yarışabiliyor bu memleket; onun dışındaki bütün para birimlerini çoktan geride bırakmış. Savaş içerisinde olan Rusya’nın para birimine karşı Türk lirası yüzde 55, Ukrayna’nın para birimine karşı yüzde 4 değer kaybetmiş. Peki devalüasyon ne yapar? İhracatınızı ucuzlatır ve rekabet gücünüzü artırır, ithalatınızı pahalılaştırır. İşte, siz böylesine büyük bir devalüasyon ortamında yani üç yılda, doları 8 liradan 30 liraya çıkarabildiğiniz bir dönemde dış ticaret açığını yılda 100 milyar dolara çıkarabilmiş bir hükümetsiniz. Ne kadar övünseniz azdır, bunu da ancak yaparsa AKP yapar.

    Türkiye’nin ara malı ve yatırım malı sektörlerini mahvettiğiniz için her birim üretim ve ihracat için mutlaka ithalat yapma zorunluluğunuz var. Dolayısıyla bu yöntemle, üstelik de yüksek teknolojiyle ulaşmamış bir üretim biçimiyle dış ticaret açığını kapatabilmeniz mümkün değil. Türkiye’nin geniş tanımlı işsizlik oranlarına göre memleketin işsizliği yüzde 21’i bulmuş, işsiz vatandaşlarımızın sayısı 8 milyon 143 bin. İlk 10 ekonomi arasına girecektiniz 2023’te, ilk 20’de zor tutunuyorsunuz; 2 trilyon dolar gayrisafi yurt içi hasıla hedeflemiştiniz, yarısını bulamadınız; kişi başına 25 bin dolar gelir vaat ediyordunuz, yarısı gene gerçekleşmedi; 500 milyar dolar ihracatın yarısı olmadı; işsizliği yüzde 5’e indirecektiniz, dar tanımlı yüzde 10, geniş tanımlı yüzde 20; demek ki hepsinde 2 katı bir bozulma var enflasyon hariç. Enflasyonu yüzde 5’e indirecektiniz, şimdi enflasyon yüzde 65.

    “KUR KORUMALI MEVDUATA 600 MİLYAR TL GÖMDÜNÜZ”

    Son dört yıl içerisinde 4 Merkez Bankası Başkanı, 3 de Maliye Bakanı değiştirdiniz. Bir damat vardı, hatırlıyor musunuz? O damat nerede? Ne diyordu? Kuru baskılamak için arkadan 128 milyar doları sattı, yandaşlarını zengin etti, kuru tutamayınca ‘Dolardan size ne, maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz?’ dedi. Yarattığı felaketin ardında da ‘At izi it izine karıştı’ diyerek istifa mı etti, yoksa affını mı istedi çok belli olmadı; 10 Kasım 2020’den beri yok. O yok, o keyfine bakıyordur bir yerlerde ama yarattığı tablo her gün vatandaşın mutfağını, cebini yakmaya devam ediyor. Arkasından kimler geldi? Lütfi Elvan geldi. Onu da bir grup toplantısında faizin nasıl kötü bir şey olduğu ve nasıl indirilmesi gerektiği konusunda Erdoğan’ın iktisat bilimine aykırı konuşmalarını alkışlamadığı için görevden aldınız ve yerine, arkasından Mehmet Şimşek geldi. Şimdi, Mehmet Şimşek şunu söyledi: ‘İrrasyonel politikalardan vazgeçeceğiz.’ Nureddin Nebati nerelerde bilmiyorum, izliyor mu acaba bütçe konuşmalarını? Yaptığı uygulamalar çerçevesinde memleketi bir kur korumalı mevduat hesabı bataklığına sürükledi. Başka bir ülkede bunu söylediğimiz zaman yer yerinden oynar, kur korumalı mevduata 600 milyar TL gömdünüz, 600 milyar TL. Peki, 21 Şubat tarihinde 11 ili yıkan, 1 milyona yakın bağımsız bölümü yerle bir eden depremin konut hasarı ne kadar? Hazine ve Maliye Bakanlığı diyor ki: 1,6 trilyon TL. Yani siz deprem zararının yüzde 40’ını yalnızca kur korumalı mevduatla verdiniz. Birincisi doğal afet, ikincisi AKP; arada böyle bir fark var işte. Evet, yaparsa AKP yapar diyoruz.

    Ekonomide ‘Türkiye modeli’ diye sattığınız hayal, dış ticaret açığını ve işsizliği füze gibi fırlattı, Türkiye, tarihinde ilk kez bu kadar derin bir yoksulluk gerçeğiyle karşı karşıya kaldı. Gelir dağılımı öylesini arttı ki birileri lüks konutlardan onlarca satın alırken orta sınıf, beyaz yakalılar artık ev kiralarını ödeyemez hale geldiler. İnsanlar arabalarını, ikinci el arabalarını yeni arabalarla değiştiremiyor, gençler yeni araba alamıyor. ‘Eski Türkiye’ diye tanımladığınız bir dönem var, orada herkes için eşit olduğundan kuşku duymadığımız bazı işler vardır. Her şeyi çok güzel değildi ama eşitlik konusunda kuşku duymadığımız işler vardı. ÖSYM sınavına girdik, memlekette ÖSYM’nin sınavının adil olması, eşit olması konusunda bir tereddüt var mıydı? Çalışan geçebilirdi. Ne oldu sonra? Sonra baktık ki ÖSYM’nin de, her kurumunda soruları şakır şakır çalınmış; sakın başkalarının suç atmaya çalışmayın, çalanlar, olsa olsa koalisyon ortaklarınızdır. Dolayısıyla, dönem sizin döneminizdir. Bir kere ÖSYM’yi, güvenilmez bir kurum haline getirdiniz. Zenginlerin çocukları Türkiye’de buna rağmen üniversite kazanamıyorlar, gidiyorlar yurt dışına, içinizde bazı milletvekillerinizin de yurt dışında üniversiteleri var, o üniversitelerde bir yıl okuyorlar, sonra bu tarafa tak diye, yatay geçişle gelip garibanın çocuğunun önüne geçip üniversiteyi bitiriveriyorlar. İşte, bu kurduğunuz düzendir, dönemdir.

    “ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ, CHP VE CHP’LİLERİ KİMSE SORGULAMAYA KALKMASIN, HADDİNE DEĞİLDİR”

    Ben bir memur babanın 3 çocuğundan biriyim, girdik, hakkımızla üniversite sınavını kazandık, 3’ümüz aynı anda memur bir babanın maaşıyla üniversite okuduk. Memlekette yurtlar vardı, sizin gibi yurt yetiştirmeme sorunu yoktu, hepimiz yurtta kaldık. Memleket burs alıyordu, bursumuzu aldık, hepimiz burslarla beraber üniversitemizi bitirdik. Geldim dört ay Etimesgut’ta asteğmenlik eğitimi aldım, sonra kura çektim, Şanlıurfa’ya gittim, bir yıl da Urfa’da askerlik yaptım. O sınırda koruyamayacağımız ne kadar yer varsa, bugün lafı edilen ne kadar yer varsa oraların tamamında on altı ay askerlik yaptım yani siz ve mahdumlarınız gibi bedelli askerlikler yapmadık, Instagram fotoğrafları çektirmedik, on altı ay bu memleketi koruduk. Atatürk milliyetçiliğini, Cumhuriyet Halk Partisini ve Cumhuriyet Halk Partililerini kimse sorgulamaya kalkmasın. Haddine değildir.

    Geldik askerlikten, dediler ki: ‘Toprak Mahsul Ofisi sınav açmış.’ Gittik, sınava girdik, kazandık. Kazandığımıza göre demek ki torpil yoktu. Çalıştık, çalışmaya başladık. Bir yıl içerisinde on yaşında bir araba aldım. Dört beş yıl içerisinde de krediyle bir ev alabildim. Ben gariban bir memur babanın çocuğuyum ve bir mühendis, genç bir mühendis maaşıyla bunları yapabildim. Şimdi soruyorum: Bunları bu çocuklar yapabiliyor mu? Atanabilen var mı, iş bulabilen var mı; iş bulabiliyorsa, bir yıl içinde araba alabilen, beş yıl içerisinde ev alabilen var mı? Türkiye’yi bu hâle getirdiniz. Türkiye’yi öyle bir finans, kapital merkezi haline getirdiniz ki, insanlar, artık, en temel ihtiyaçlarının lüks olduğu bir yoksulluk içerisinde yaşamak zorunda kalıyorlar. Milletin çocuğu bizimkiler, sizinkiler gibi zeki değil ki, sizinkiler bitirir bitirmez okulu şirket kuruyorlar, gemi satın alıyorlar, zengin oluyorlar ama bizimkiler öyle değil, bizimkiler hayatları boyunca çalışıyorlar. Arada böyle bir fark var, işte, belki, eski olanla yeni olanın da farkı böyle bir şeydir.

    “İTHALAT OLMASA KARNIMIZI DOYURAMAYACAK NOKTADAYIZ”

    Düyun-u Umumiye’yi bilirsiniz değil mi? Osmanlı borçlarına karşılık memleketin varlıkları onlara teslim edilmişti. Bu Düyun-ı Umumiye’ye tütün inhisarı da verilmişti yani TEKEL’in bütün gelirleri, tütünün bütün gelirleri Fransız Reji İdaresine aktarılıyordu. Onlarla kolcular arasındaki savaşlarda, kolcularla köylüler arasındaki savaşlarda Anadolu’da on binlerce insan öldü. Sonra Atatürk 1925’te TEKEL’i satın aldı, 4 milyon liraya devletleştirdi. Ne oldu bu memlekette, bu TEKEL’le? Yüz binlerce üretici tütün ekti, memleketin fabrikaları, sayayım; Adana, İstanbul, İzmir, Samsun, Malatya, Bitlis, Tokat; buralarda fabrikalarımız vardı, on binlerce işçi çalışıyordu. Buralarda sigaralar üretiliyordu. Ne yaptınız? TEKEL’i British American Tobacco’ya 1,7 milyar dolara sattınız. Yani bizim TEKEL’imiz ortadan kalktı, çok uluslu şirketin İngiliz’i, Amerikalısı 1,7 milyar dolara TEKEL’i bütün fabrikalarıyla beraber satın aldı, sonra, o fabrikaların tamamı kapatıldı. Türkiye’de artık yerli tütün gerçekten son derece az bir üretime sahip olabilir, neredeyse yerli tütün üretilmiyor, fabrikalardaki işçiler işlerini kaybettiler, 1 tane markamız kalmadı. Buğday Ukrayna’dan, mısır Amerika’dan, soya Arjantin’den, çeltik Vietnam’dan, pamuk Yunanistan’dan; mercimek, nohut Kanada’dan, Hindistan’dan, et ürünleri Şili’den geliyor. Bu memlekette tarımın başladığı topraklarda tarımı çökerttiniz. İthalat olmasa karnımızı doyuramayacak noktadayız.

    1 Mart 2003’te buraya son zamanlarda getirdiğiniz tezkereler gibi bir tezkere getirdiniz, 100 bin Amerikan askeri Türkiye’ye konuşlanacak ve buradan Irak’a girip Irak’ta kimyasal silah arayacaktı. 2002 seçimlerinde yalnızca CHP ve AKP Meclise girebilmişti, başka partiler yoktu. Cumhuriyet Halk Partisi’nin oyu o tezkereyi reddetmek için yetmiyordu. Buradan gururla söyleyeyim ki: AKP’de o dönem bakanlık yapanlardan bazıları, milletvekilliği yapanlardan bazıları bizimle beraber davrandılar ve tezkereye ‘hayır’ oyu verdiler. Irak’ta katledilen Müslümanların kanına elimiz değmedi. O tezkereye ‘hayır’ diyen bakanlarınızı, milletvekillerinizi daha sonra milletvekili, bakan yapmadınız, siyasetten uzaklaştırdınız. İşte sizin o antiemperyalist tutumunuz böyledir. Antiemperyalizm, konjonktürel bir şey olmaz. Amerika emrettiği zaman başka türlü davranan adam, konjonktürel olarak oralarda durabilir, memleketi kandırır, başka bir işe yaramaz.

    “10 MİLYON MÜLTECİNİN PARA KARŞILIĞI BAKICILIĞINI YAPIYORSUNUZ”

    Emevi Camisi’nde cuma namazı kılacağız diye, yine emperyalizmin maşası haline gelerek Suriye’ye Irak’a yapılan bütün operasyonlara destek verdiniz. 10 milyon mülteciden başka ne kaldı elinizde? Oralarda öldürülen masum insanlardan başka ne kaldı elinizde? Şimdi 10 milyon mültecinin para karşılığı bakıcılığını yapıyorsunuz; bu memleketi gerçekten bu hale düşürdünüz. Şimdi, ‘Bu can bu bedende’, ‘Bu fakir bu görevde oldukça’ diye başlayan nutuklarınız hep Türkiye’ye pahalıya patladı. 30 askerimizi şehit edenlerin kapısında beklediniz. Rahmetli Ecevit’in Clinton karşısında duruşuyla alay etmeye kalkarken, Ecevit-Erbakan ikilisinin Kıbrıs’ta yazdığı destanı görmezden geldiniz. Afyon’da afyon tarlalarına yazılan efsaneyi unuttunuz. Sonra size Beyaz Saray’dan beyzbol sopası gösterdiler, gıkınızı çıkaramadınız; sonra size zehir zemberek mektuplar yazdılar, cevap bile veremediniz.”

     

  • İBB MECLİS ÜYESİ TUZLA BELEDİYE BAŞKAN ADAYI AKIN GÜRKAN İYİ PARTİ’DEN İSTİFA ETTİĞİNİ DUYURDU

    İBB MECLİS ÜYESİ TUZLA BELEDİYE BAŞKAN ADAYI AKIN GÜRKAN İYİ PARTİ’DEN İSTİFA ETTİĞİNİ DUYURDU

    İYİ Parti İBB Meclis üyesi, Tuzla Belediyesi başkan adayı Akın Gürkan sosyal medya hesabı üzerinden istifa ettiğini açıkladı. Gürkan “İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Yücel Coşkun hakkımda gerçek dışı beyanlarda bulunmuştur. Parti içinde ilerleyen ve gizli kalması gereken parti içi disiplin sürecini ifşa etmiştir. Hatta o kadar ileri gitmiştir ki şahsımın onur ve haysiyetini hedef alarak bizzat Genel Başkanımız tarafından Tuzla sakinlerinin istekleri de göz önüne alınarak ilan edilen Belediye Başkan adaylığından, seçime bir hafta kala, başka bir parti lehine çekileceğimi düşündüğü iftirasında bulunmuştur. Partimizin İl Başkanı tarafından uğradığım bu haksız iftira ve yapılan kumpaslardan dolayı bu kadar emek verdiğim partimden ayrılma kararı almış bulunmaktayım” dedi.

    İYİ Parti İBB Meclis üyesi, Tuzla Belediyesi başkan adayı Akın Gürkan, sosyal medya hesabı üzerinden partisinden istifa ettiğini duyurdu. Gürkan, sosyal medya hesabı X’den “Saygı ve Teamüller” başlığı altında yaptığı açıklamada şunları dile getirdi:

    “GÖREVİMİ ALNIMIN AKIYLA TAMAMLADIM: Çok kıymetli seçmenler, basın mensupları ve Büyük Türk milleti. Ülkemizin birtakım eller ile içeriden devşirilen güçler vasıtasıyla Atatürk ilkelerinin ışığından karanlıklara doğru hızla sürüklendiği bir dönemde, tüm işlerimi bırakarak vatan için siyasete girme sorumluluğunu her Türk evladı gibi üstlendim. Milletimizin aydınlık yarınlarına umut olacağını düşündüğüm İYİ Parti’de Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener’in liderliğinde bilgim ve birikimim doğrultusunda bana tevdi edilen tüm sorumlulukları eksiksiz yerine getirerek görevimi alnımın akıyla tamamladım.

    İYİ PARTİ TUZLA BELEDİYE BAŞKAN ADAYI OLARAK ÇALIŞMALARA BAŞLADIM: Anadolu’nun birçok yerinde gerek altyapı gerek üst yapı hizmetleri ile ülkeme ve insanlarıma büyük katkılar sağladım. Köklü aile geleneğinden gelen biri olarak yaşamımın büyük kısmını Tuzla’da geçirdim. Tuzlalıların bana yönelttiği büyük teveccühle yine Tuzla’dan belediye başkan adayı olmak üzere partime başvuruda bulundum. Tuzlalıların yoğun isteklerinin parti üst kademesi tarafından değerlendirilmesi sonucu İYİ Parti Genel Başkanı Sayın Meral Akşener’in  tensipleriyle İYİ Parti Tuzla belediye başkan adayı olarak seçim çalışmalarıma başladım.

    SAYIN İBRAHİM ÖZKAN KENDİ SEBEPLERİNİ ÖNE SÜREREK İSTİFA ETTİ: Tüm bu olumlu gelişmeler yaşanırken; Teamüller gereği atamayla İYİ Parti Meclis Grup Başkanvekili olmuş Sayın İbrahim Özkan kendi sebeplerini öne sürerek istifa etti. Bu istifanın ardından Grup Başkanvekilliği pozisyonu boş kaldı. Aynı gün yapılacak grup başkanvekilliği seçimi için, İYİ Parti İstanbul Yerel Yönetimlerden Sorumlu İl Başkan Yardımcısı Nurettin Sağrıkaya, İBB’ye gelerek benim ve iki arkadaşımın belediye başkan adaylığı olduğu için, grup başkanvekili adayı olamayacağını söyledi ve ‘Seçin birini gitsin’ dedi. Ben bu olayın yaşandığı gece İl Başkan Yardımcısı Nurettin Sağrıkaya’yı arayarak tıpkı, ilk günden bu güne kadar yapılan uygulamalar gibi grup başkanvekilinin atama usulüyle yapılmasını, aksi takdirde tüzüğün 56. maddesi gereği seçim yapılmasının zorunlu olduğunu ve bu durumun da bir kargaşaya yol açabileceğini kendisine ilettim. 

    TÜZÜĞÜN 56. MADDESİ GEREĞİ ÖZKAN TEKRAR GRUP BAŞKANVEKİLİ SEÇİLMİŞTİR: Nurettin Bey bu konuyu İstanbul İl Başkanı Yücel Coşkun’a ilettiğini onun da ‘Akşamı bekleyelim’ cevabını verdiğini öğrendim. Aynı gece benimle beraber diğer İBB Meclis üyelerinin de aynı konuyla ilgili Yücel Coşkun’u ve Nurettin Bey’i aradığını da daha sonra öğrendim. Fakat İl Başkanı Yücel Coşkun hiçbir hamle yapmayarak konuyu adeta sürüncemede bıraktı. Kimse aday olmayınca Sayın İbrahim Özkan tekrar aday olmak istedi fakat ben bunun doğru olmayacağını belirterek seçim kararı alınacak toplantıyı terk ettim. Ardından yapılan toplantı sonrası seçim kararı alınmış ve tüzüğün 56. maddesi gereği İbrahim Özkan tekrar Grup Başkanvekili olarak seçilmiştir

    YASAYA AYKIRI İŞLEM YAPMADIĞI İÇİN BEN DE GRUP KARARINI İMZALADIM: Benim ise tüm bu toplantı kararı alma ve seçim yapma sürecinde farklı toplantı ve televizyon programlarında olduğum kamera ve televizyon görüntülerinde sabittir. Ardından tüzüğün 56. maddesi gereği kanuna uygun olarak Suat Sarı ve ben hariç yapılan oylamada Sayın İbrahim Özkan’ın Grup Başkanvekili seçildiği, grup karar defterinde herkesin imzasının bulunduğu şekilde önüme getirildi. Yasaya aykırı bir işlem yapılmadığı için ben de grup kararını imzaladım. 

    İL BAŞKANININ HER ŞEYDEN BİR GÜN ÖNCE HABERİ VARDI: Ardından İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Yücel Coşkun her şeyden bir gün önce haberinin olmasına ve tüm bu olayların önüne geçebilme fırsatı varken herhangi bir eylemde bulunmamıştır. Teamülleri uygulayarak ivedilikle bir Grup Başkanvekili atayacağına, kargaşa çıkmasını beklemiş, ardından da genel merkez ve televizyonlarda kendisinin oylama yapılacağından haberinin olmadığını doğru olmayan bir şekilde beyan etmiştir. Ardından tüm meclis üyelerini tedbirli olarak ihraç istemiyle İstanbul İl Disiplin Kurulu’na sevk ederek bir komplonun ikinci aşamasını icra etmiştir. 

    HAKKIMDA GERÇEK DIŞI BEYANLARDA BULUMMUŞTUR: Ben genel merkezimize ve Genel Başkanımıza gereken tüm bilgilendirmeleri yaptıktan sonra hakkımda verilecek kararı saygı ve sükûnetle beklerken, Sayın İbrahim Özkan’ın katıldığı bir haber programına bağlanan İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Yücel Coşkun, hakkımda gerçek dışı beyanlarda bulunmuştur. Parti içinde ilerleyen ve gizli kalması gereken parti içi disiplin sürecini ifşa etmiştir. Hatta o kadar ileri gitmiştir ki şahsımın onur ve haysiyetini hedef alarak bizzat Genel Başkanımız tarafından Tuzla sakinlerinin istekleri de göz önüne alınarak ilan edilen belediye başkan adaylığından, seçime bir hafta kala, başka bir parti lehine çekileceğimi düşündüğü iftirasında bulunmuştur. Yaşamı boyunca haysiyeti ve şerefi için var olan ben Akın Gürkan ve aile bireylerim bu iftiralar ve saldırılar karşısında büyük bir şok ile derin bir hayal kırıklığı yaşadığımızı belirtmek isterim. 

    HAKLI OLMAMIZA RAĞMEN, BU KADAR EMEK VERDİĞİM PARTİMDEN AYRILMA KARARI ALMIŞ BULUNMAKTAYIM: Haklı olmamıza rağmen; partimize olan saygımızdan ve aldığımız terbiye gereği parti içi disiplin süreçlerini büyük bir gizlilikle takip ederken, bizatihi partimizin İl Başkanı tarafından uğradığım bu haksız iftira ve yapılan kumpaslardan dolayı bu kadar emek verdiğim partimden ayrılma kararı almış bulunmaktayım. Parti içinde gerçekleşen kumpaslar ve kişisel ikbal hırslarından uzaklaşarak Yüce Türk Milletinin hizmetinde çalışmalarıma devam edeceğimi beyan ederim. Saygım ve teamüllere olan inancımdan dolayı daha fazla haksızlığa uğramadan, İYİ Parti’den istifa ettiğimi kamuoyuna saygı ile duyururum.” 

     

  • SARUHAN OLUÇ: “TÜRKİYE’NİN İHTİYACI KIRMIZI KİTAPLAR DEĞİL, MİLLİ GÜVENLİK SİYASET BELGELERİ DEĞİL, TÜRKİYE’NİN İHTİYACI DEMOKRATİK SİYASET BELGESİDİR, DEMOKRATİK ÇÖZÜMDÜR VE MÜZAKEREDİR”

    DEM Parti Grup Başkanvekili Antalya Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç, TBMM Genel Kurulu’nda; “Hukukun temel ve evrensel ilkeleriyle aranıza büyük bir mesafe koymuşsunuz, demokrasiyle aranıza büyük bir mesafe koymuşsunuz. Gazeteciler cezaevinde, demokratik siyaset yürüten siyasetçiler cezaevinde, seçilmişler cezaevinde, bu Parlamento’nun bir üyesi Can Atalay cezaevinde, yerel yönetimler kayyum darbesi altında. Tüm bunların dayanağı o kırmızı kitaptaki zihniyettir. Belli ki kırmızı kitabı iyi hatmetmişsiniz, harfi harfiyen uyguluyorsunuz. Yeni vesayet rejimini bizzat siz adım adım inşa ediyorsunuz ama yanlış yapıyorsunuz, yanlış yol izliyorsunuz. Türkiye’nin ihtiyacı kırmızı kitaplar değil, milli güvenlik siyaset belgeleri değil, güvenlikçi paradigma değil; Türkiye’nin ihtiyacı demokratik siyaset belgesidir, demokratik çözümdür, demokratik müzakeredir, demokrasi reformlarıdır. Gelin, Meclis komisyonunun ortaya çıkardığı bu raporu güncelleyelim. Bu raporu güncelleyelim eğer illa bir şey güncellemek istiyorsanız” dedi.

    TBMM Genel Kurulu’nda bugün 2024 bütçe teklifinin tümü üzerinde son görüşmeler yapılıyor. DEM Parti Grup Başkanvekili Antalya Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç, şunları söyledi:

    “ASGARİ ÜCRET BU ÜLKEDE ARTIK ORTALAMA ÜCRET OLDU, ARTIK 10 MİLYONLARCA İŞÇİ VE EMEKÇİ ASGARİ ÜCRETLE HAYATINI SÜRDÜRMEK ZORUNDA KALIYOR”

    Evlerin depreme dayanıklı hale getirilmesine, deprem bölgesinde uygun eğitim şartlarının sağlanmasına, engellilerin kamudaki istihdam kotasının artırılmasına, en düşük emekli aylığının yoksulluk sınırının yarısına denk gelecek şekilde yeniden düzenlenmesine, kreş açılmasına, öğrenciler için yeni yurtlar yapılmasına kim karşı çıkabilir, kim ‘hayır’ diyebilir? Cumhur İttifakı bunlara bile ‘hayır’ dedi. Evet, yıllardır söylediğimiz gibi bütçeler bir iktidarın vicdanıdır, 2024 bütçesi vicdansız bir bütçedir. Biz 2024 bütçesini görüşürken milyonlarca insanın gözü kulağı Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda, bu bir utançtır. Bir toplumun şayet en önemli gündemlerinden biri asgari ücret toplantıları ise vay o ülkenin haline. Neden? Çünkü Türkiye’de çalışanların yarısından fazlası asgari ücret alıyor. Neden? Çünkü asgari ücret Türkiye’de temel ücret haline gelmiş durumda, çünkü emeğiyle geçinen yurttaşlar enflasyona yem edilmiş durumda, çünkü herkes ‘Yeni yılda gelecek zam ve vergi yağmuruyla nasıl baş edeceğim’ diye hesap yapıyor. Maalesef asgari ücret bu ülkede artık ortalama ücret oldu, artık 10 milyonlarca işçi ve emekçi asgari ücretle hayatını sürdürmek zorunda kalıyor ve bu iktidar yanlış ekonomi politikaları ve tercihleriyle işçiyi, emekçiyi, dar gelirliyi, ücretli çalışanı perişan etmeye devam ediyor.

    “2’NCİ YÜZYILINDA CUMHURİYETİ DEMOKRASİYLE TAÇLANDIRMAK, EŞİT YURTTAŞLIĞIN ÖNÜNÜ AÇMAK, TOPLUMSAL YARALARI SARACAK ONARICI BİR ADALETİN GERÇEKLEŞMESİ İÇİN NELER YAPILABİLECEĞİ KONUSUNDA ORTAK BİR GÜNDEM OLUŞTURALIM”

    Sizin döneminizde arkadaşlarımız cezaevinde, sizin dönemizde partimize kapatma davası açıldı, sizin döneminizde yargı, iktidarın aparatı ve Kürtlerin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaya devam ediyor. Sizin döneminizde halkın iradesi gasbedilerek kayyumlar atanıyor ve birçok Kürt düşmanı uygulama her gün devam ediyor, Kürt sorununa her gün yeni bir sorun ekliyor bu iktidar. Size sesleniyoruz, iktidara söylüyoruz, sizin ‘verdik’ dediğiniz tüm hakların arkasında muazzam bir demokratik mücadele, fazlasıyla ödenmiş bedeller var. Üstelik, halen bu bedeller ödenmeye devam ediyor Kürt halkı tarafından. Türk, Kürt kimse bedel ödemesin istiyoruz. Çağrımız Meclis’teki bütün partilere, gelin, bu sorunun çözümü için yeniden inisiyatif alalım. Çözüm sürecinin tıkanan yanları neydi? Sona ermesinin nedenleri neydi? Bu süreç nasıl ilerletilir? Bir araştırma komisyonu kuralım, hızlı bir biçimde çalışmalarına başlasın ve siyasetin, demokratik kamuoyunun, toplumun önüne bir yol haritası çıkarsın. Kürt sorununun doğrudan kaynaklık ettiği demokrasi, hukuk, adalet, toplumsal eşitsizlikler, ekonomik krizlerin çözüm yolları konusunda araştırma yapmak üzere bir Meclis komisyonu oluşturalım ve çalışmalarına başlasın. Parlamentoda grubu bulunan ve bulunmayan siyasi partiler olarak 2’nci yüzyılında Cumhuriyet’i demokrasiyle taçlandırmak, eşit yurttaşlığın önünü açmak, toplumsal yaraları saracak onarıcı bir adaletin gerçekleşmesi için neler yapılabileceği konusunda ortak bir gündem oluşturalım ve tartışalım. Cumhuriyet’in 2’nci yüzyılı tüm sorunlarımızın ortak akıl ve uzlaşıyla çözüme kavuşturulacağı bir çözüm yüzyılına dönüştürülsün, demokrasiyi yüzyılına dönüştürülsün ve nihayetinde demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir anayasayı hep birlikte yapalım. Açık ve net teklifimiz budur.

    “BU PARLAMENTO NASIL Kİ ULUSLARARASI MESELELERDE MÜZAKERE ÇAĞRISI YAPIYORSA KENDİ MESELEMİZDE DE DEMOKRATİK MÜZAKERE SÜRECİNİ İŞLETEBİLMELİDİR”

    Demokratik çözüm yeri parlamentodur. Çözüm yolu, diyalog ve müzakeredir. Çözüm aracı demokratik siyasettir. Demokratik siyasetin güç kazanmasıdır. Kürt sorununun demokratik müzakere yoluyla çözümünden korku duyulmaması gerekiyor. Barışçı ve demokratik bir çözüm toplumun yararına değil midir? Aksini kim iddia edebilir? Herkes şapkasını önüne koyup bunu iyi düşünmelidir. Güvenlikçi politikaların peşinden sürüklenip gidileceğine, bu ülkede toplumsal barışı yaratsak ve dünyaya örnek olsak ne kaybederiz? Hangi iktidar, hangi koltuk, hangi makam, hangi mevki, toplumsal barıştan daha değerli olabilir, insan hayatından, gençlerin hayatından daha kıymetli olabilir? Bu Parlamento nasıl ki uluslararası meselelerde İsrail, Filistin, Ukrayna, Rusya gibi konularda barış ve müzakere çağrısı yapıyorsa, diplomasi öneriyorsa kendi meselemizde de demokratik müzakere sürecini işletebilmelidir. Terzi olarak kendi söküğümüzü neden dikemiyoruz? Biz bu meseleyi kendi içimizde, parlamenter zeminde, demokrasi yoluyla çözebilecek birikime, tecrübeye sahip değil miyiz? Sahibiz. Yeter ki siyasi irade ortaya konulsun, burada oturup cesaretle her şeyi tartışabilelim.

    “KAYYUMLAR ŞİMDİ GİDERAYAK BELEDİYELERİN BİR BİR İÇİNİ BOŞALTIYOR”

    Kayyumla yönetilen şehirlerin Sayıştay raporları incelendiğinde çok vahim bir tablo söz konusudur ki Sayıştay raporları buz dağının görünen kısmı bile değildir. O kayyumlar şimdi giderayak belediyelerin bir bir içini boşaltıyor; yaptıkları yolsuzluklar, usulsüzlükler, talan, hırsızlıkların ötesinde, bir bir belediyelerin içini boşaltıyor; taşınmazları, arazileri, tesisleri hatta belediyelerin hisselerini bile devrediyor bu kayyumlar, peşkeş çekiyor. Kime? İktidar yandaşlarına. 31 Mart’ta boş belediye binaları bırakıp kaçmak istiyorlar; amaçları bu, kara bir leke ve büyük bir utançtır bu. Bu gaspçı uygulamayla Kürt halkında nasıl bir kırılma yarattığınızın farkında mısınız? İnsanları duyguda, nasıl uzaklaştırdığınızın farkında mısınız? Kürt halkı demokratik siyasette ısrar ediyor, demokratik siyaseti çözüm yolu olarak görüyor, sandığa gidiyor. Ezici bir çoğunlukla belediye başkanını, belediye meclis üyelerini seçiyor, kentini kendi belediye başkanları yönetsin istiyor. Siz ise Kürt halkına hakaret ederek bu yolu kapatıyorsunuz, iradesini gasp ediyorsunuz. Demokratik siyaset yolunu kapatmak hangi akla ve amaca hizmettir, hiç düşündünüz mü?

    “KAYYUM POLİTİKANIZ SANDIKTA ÇÖP OLACAKTIR, HALK SİZİN BU SİYASİ MÜHENDİSLİK PROJELERİNİZİ UN UFAK EDECEKTİR, KAYYUMSUZ BİR DEMOKRASİYİ YARATACAKTIR”

    31 Mart bu açıdan tarihi öneme sahiptir. 31 Mart zulme, inkara ve hakarete karşı halkın topyekun sandık yoluyla vereceği tarihi yanıta tanıklık edecektir, göreceksiniz. Kayyum politikanız sandıkta çöp olacaktır, halk sizin bu siyasi mühendislik projelerinizi un ufak edecektir, kayyumsuz bir demokrasiyi yaratacaktır. Kayyumların sandıkta kaybedecek olması, aynı zamanda Türkiye’nin her yerinde demokrasinin kazanması demektir çünkü kayyum Batı için de bir tehdittir. O yüzden, herkesin, Kürt halkının kayyumlara karşı yükselteceği yerel demokrasi mücadelesine destek olması gerekir, sahip çıkması gerekir. Boğaziçi Üniversitesi’nin kayyumdan kurtularak özgürleşmesi için Cizre’nin ve Amed’in kayyumlardan özgürleştirilmesi gerekiyor.

    “TÜRKİYE’NİN İHTİYACI KIRMIZI KİTAPLAR, MİLLİ GÜVENLİK SİYASET BELGELERİ DEĞİL, TÜRKİYE’NİN İHTİYACI DEMOKRATİK SİYASET BELGESİDİR”

    Hukukun temel ve evrensel ilkeleriyle aranıza büyük bir mesafe koymuşsunuz, demokrasiyle aranıza büyük bir mesafe koymuşsunuz, demokratik siyaset alanını kumpas ve kapatma davalarıyla daraltmaya çalışıyorsunuz. Gazeteciler cezaevinde, demokratik siyaset yürüten siyasetçiler cezaevinde, seçilmişler cezaevinde, bu Parlamento’nun bir üyesi Can Atalay cezaevinde, yerel yönetimler kayyum darbesi altında. İşte, tüm bunların dayanağı o kırmızı kitaptaki zihniyettir. Belli ki kırmızı kitabı iyi hatmetmişsiniz, harfi harfiyen uyguluyorsunuz. Yeni vesayet rejimini bizzat siz adım adım inşa ediyorsunuz ama yanlış yapıyorsunuz, yanlış yol izliyorsunuz. Türkiye’nin ihtiyacı kırmızı kitaplar değil, milli güvenlik siyaset belgeleri değil, güvenlikçi paradigma değil; Türkiye’nin ihtiyacı demokratik siyaset belgesidir, demokratik çözümdür, demokratik müzakeredir, demokrasi reformlarıdır. Gelin, Meclis komisyonunun ortaya çıkardığı bu raporu güncelleyelim. Bu raporu güncelleyelim eğer illa bir şey güncellemek istiyorsanız.”

     

  • TİP PARTİ MECLİSİ ÜYESİ AVUKAT ÖZGÜR URFA: “13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ KALEMİ VE HEYETİ YİNE ADLİYEYİ TERK ETTİLER. ADALET YİNE KAÇTI “

    Haber: EDDA SÖNMEZ- Kamera: SADIK KARAKULOĞLU 

    Türkiye İşçi Partisi (TİP) Parti Meclisi üyesi avukat Özgür Urfa, “13. Ağır Ceza Mahkemesi kalemi ve heyeti adliyeyi terk etmiş bulunuyor. Mesailerinin bittiğini gerekçe göstererek ve Anayasa Mahkemesi kararının gerekçeli haliyle kendilerine ulaşmadığından bahisle bir işlem yapmayacaklarını söyleyerek yine adliyeyi terk ettiler. Adalet yine kaçtı. Biz yine peşindeyiz” dedi.

    Anayasa Mahkemesi’nin, ikinci kez “hak ihlali” kararı vermesine karşın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi henüz Can Atalay’ı tahliye etmedi. Can Atalay’ın avukatları, meslektaşları, arkadaşları ve TİP üyelerinin adliye önündeki bekleyişleri devam ediyor. Atalay’ın avukatları, tahliye talebiyle mahkemeye ikinci kez dilekçe yazdı. İlk açıklamayı saat 15.00’te yapan TİP üyeleri, saat 17’de bmir kez daha kameraların karşısına geçti.

    “İSTEDİKLERİ KADAR OYALASINLAR, İSTEDİKLERİ YERE KAÇSINLAR”

    TİP Parti Meclisi üyesi, avukat Özgür Urfa, şunları söyledi:

    “13. Ağır Ceza Mahkemesi kalemi ve heyeti adliyeyi terk etmiş bulunuyor. Mesailerinin bittiğini gerekçe göstererek ve Anayasa Mahkemesi kararının gerekçeli halinin kendilerine ulaşmadığından bahisle bir işlem yapmayacaklarını söyleyerek yine adliyeyi terk ettiler. Adalet yine kaçtı. Biz yine peşindeyiz. Dördüncü günün sonunda kararı uygulamayan mahkeme heyeti hiçbir şey olmamışçasına yine gitti. Can Atalay hala cezaevinde tutsak olarak, esir olarak tutulmaya devam ediyor. Anayasa Mahkemesi kararı olmasına rağmen ağır ceza mahkemesi üyeleri suç işliyor. Hukuka aykırı şekilde Can Atalay özgürlüğünden esir olarak tutuyor. Bu bizim açımızdan artık kabul edilemez halinin son noktası. Artık yeter diyoruz. Hatay halkı depremde yaşadıklarının sonrasında bugün sel felaketleriyle, fırtınalarla, elektrik kesintileriyle mücadele ediyor. Ayakta kalmaya çalışıyor. Kendi sorunlarını dile getirmesi için seçtikleri milletvekiliyse bugün hala Silivri Cezaevi’nde esir. Ağır Ceza Mahkemesi’nin keyfini bekliyor. Anayasa Mahkemesi de halen gerekçeli kararı yazmış durumda değil. Biz buradayız. Burada olmayı sürdüreceğiz. İstedikleri kadar oyalasınlar, istedikleri yere kaçsınlar. Yarın sabah onlar yine buraya gelecek. Biz yine burada olacağız. Alana kadar buradayız. Buradan da ayrılmayacağız. Bugünlük eylemimizi sonlandırıyoruz. Yarın yeniden aynı saatte buradayız.”

  • TBMM BÜTÇE GÖRÜŞMELERİ…RAHMİ AŞKIN TÜRELİ: “2023 YILINDA YAPMAK İSTEDİKLERİNİZİ ŞİMDİ, 30 YIL SONRA, 2053 YILINDA YAPACAĞINIZI SÖYLÜYORSUNUZ. BÖYLE GAYRİ CİDDİ DEVLET YÖNETİMİ OLMAZ”

    CHP İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli, TBMM Genel Kurulu’nda, “Bu hükümetin planın da ötesinde uzun vadeli bir stratejisi yok. Türkiye’yi nereden gelip nereye götüreceksiniz, nasıl bir yol izleyeceksiniz? Yöntemler neler, araçlar neler? Uzun vadeli strateji yok. 2011 yılında 2023 hedefleri dediler, 12 yıllık bir perspektifti, toplum da baktığında 2023 hedeflerinin olabilirliğini düşündü. Bugün geldiğimiz noktada 2023 yılında 2023 yılı hedefleri çöpe atıldı ve 2053 yılına ertelendi. 30 yıl sonra 2023 yılında yapmak istediklerinizi şimdi 2053 yılında yapacağınızı söylüyorsunuz. Böyle gayri ciddi devlet yönetimi olmaz” dedi.

    TBMM Genel Kurulu’nda 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi, 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi ile Sayıştay raporlarının görüşmeleri devam ediyor. TBMM Genel Kurulu’nda bugün 2024 bütçesi üzerindeki son konuşmalar yapılıyor. Bütçenin tümü üzerine söz alan CHP İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli, şunları söyledi:

    “Bu Cumhuriyetimizin ikinci yüz yılının ilk bütçesi. Cumhuriyet kurulduğu zamanda 1924 yılında ilk bütçe hazırlanmış. Merak ettim ilk bütçeyi nasıl bir bütçe hazırlanmış diye; denk bütçe hazırlamak istemişler. Tabii kolay değil. Çünkü yeni bir devlet kurmanın getirdiği harcamalar, göçmenlerin gelişi onların iskan edilmesi, harp alanlarının tamiri, zarar görenlerin zararlarının tazmini gibi birçok nedenle aslında ilk başta belirli bir açık olmuş.

    1924 bütçesinin bütçe gider tahmini; 140,4 milyon lira, bütçe gelir tahmini; 129,2 milyon lira, bütçe açığı; 11,2 milyon lira olarak öngörülmüş. Fakat 1924 yılı koşullarında bütçe açık vermemiş. 6,8 milyon lira fazla vermiş. Bu dönem çok ciddi anlamda genç Cumhuriyet’in kurucularında denk bütçe fikri oluşmuş ve 1926 yılında denk bütçe hazırlanmış. 1929 büyük ekonomik buhran ve sonrasında yaşanan o krizin sürmesi sonucunda yine bütçede bir kısım açıklar verilmiş. 1927 yılında Muhasebeyi Umumiye Kanunu çıkarılmış. 2003 yılında 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Yasası çıkana kadar Muhasebeyi Umumiye Kanunu geçerli olmuş.

    Muhasebeyi Umumiye Kanunu’yla belirlenen sistemin özelliği şu; giderler ve gelirler tek Hazine hesabından yapılmış. Bugün eleştiriyoruz ya Türkiye Varlık Fonu var, döner sermayeli kuruluşlar var, bütçe dışı fonlar var, özel hesaplar var. Bunların hepsinin bütçe dışında olmasını eleştiriyoruz. Kesin Hesap Kanunu’nda da Sayıştay’ın da bu konuda çok ciddi eleştirileri olmasına rağmen bu aynı yanlış sistem devam ediyor. O, Cumhuriyet 1927 yılında bu kanunla birlikte tek hesaptan gelirleri ve giderleri birlikte görmüş ve birlikte izlemiş. Bu da aslında onların ekonomiye ve sosyal hayata bakışlarının o konuda başarmak istedikleri şey için bütçeyi nasıl bir araç olarak gördüklerinin en büyük örneğidir.

    “BÜTÇE TEK BAŞINA BİR ŞEY İFADE ETMİYOR”

    Bütçe tek başına bir şey ifade etmiyor. Bütçe bir bütünün parçası, en yukarıda plan var altında programlar var. Bugün üzerine konuştuğumuz bütçe bütüncül bir perspektiften yoksun, içsel tutarlılığı olmayan ve birbirinden kopuk metinler şeklinde. Bu hükümetin planında ötesinde uzun vadeli bir stratejisi yok. Türkiye’yi nereden gelip nereye götüreceksiniz, nasıl bir yol izleyeceksiniz? Yöntemler neler, araçlar neler? Bu uzun vadeli strateji yok. 2011 yılında 2023 hedefleri dediler, 12 yıllık bir perspektifti, toplumda 2023 hedeflerinin olabilirliğini düşündü. Bugün geldiğimiz noktada 2023 yılında 2023 yılı hedefleri çöpe atıldı ve 2053 yılına ertelendi. 30 yıl sonra 2023 yılında yapmak istediklerinizi şimdi 2053 yılında yapacağınızı söylüyorsunuz. Böyle gayri ciddi devlet yönetimi olmaz.

    Kalkınma planları kağıt üzerinde. AKP hükümetleri döneminde hazırlanmış kalkınma planlarına baktım, hep aynı şeyler, hiçbir değişiklik yok. Yine cari işlemler problemi devam ediyor, yine vergi yapısındaki çarpıklık devam ediyor, çalışma hayatındaki sorunlar devam ediyor. Hiçbir şey çözülmemiş. Orta vadeli programlar birbirinin aynısı, kopyala yapıştır formatında ve bütçeler içinde yaşadığımız sorunları çözmüyor. Biz burada bütçe konuşuyoruz ama bu bütçenin bu sene hazırlanmış olan 12. Kalkınma Planıyla da ilişkisi yok. Bir amacınız bir hedefiniz varsa bunun altında belirli politikalar olacak, onun altında tedbirler olacak, kaynaklar bu doğrultuda mobilize edilecek. Ben burada kaynak harcama dengesine baktığım zaman kalkınma planında söylenen önceliklerin, amaç ve hedeflerin gerçekleşmesini mümkün görmüyorum.

    “NEOLİBERAL EKONOMİ MODELİ NOKTASINA, VİRGÜLÜNE DOKUNMADAN UYGULANMAYA DEVAM EDİLMİŞTİR

    Neoliberal ekonomi modeli, AKP hükümetleri döneminde noktasına, virgülüne dokunmadan uygulanmaya devam edilmiştir. Bu model 1970’li yılların ikinci yarısında çıkmış bir modeldir. 1980’lerle birlikte önce Amerika’da sonra İngiltere’de ve sonra bizim gibi birçok ülkede ve aynı zamanda IMF ve Dünya Bankası politikalarıyla önerildiği şekilde uygulanmıştır. Fakat 1990’ların ikinci yarısından itibaren başlayan krizler, 2008-2009 küresel krizi ve en son 2020 yılındaki pandemi krizi bugün artık neoliberal ekonomik modelinin uygulanamayacağını açık ve net olarak ortaya koymuştur. Bu model sonucunda dünyada küresel adaletsizlikler artmıştır. Gelir ve servet eşitsizliği büyümüştür. Yoksulluk artmış, kamu hizmetleri gerilemiş ve emek kesiminin sermaye kesimi karşısındaki göreli konumu gerilemiştir. Bu aynı zamanda çok ciddi bir küresel göç ve sığınmacı, mülteci sorununu ortaya çıkarmıştır.

    AKP hükümetleri neoliberal ekonomik modelinin en sağdık uygulayıcıları olmuştur. Neoliberal politikalar, muhafazakar bir ideolojik perspektifle hayata geçirilmiştir. Dış kaynağa özellikle sıcak paraya dayalı büyüme modeli uygulanmıştır. Tarımsal destekler azaltılmış ve tarım adeta tasfiye edilmiştir. Kamu kurumları özelleştirilmiştir. Kamu yatırımları KOİ modeliyle özel sektöre yaptırılmaya başlanmıştır. Eğitim ve sağlık hizmetleri gittikçe artan bir biçimde ticarileşmiş, piyasalaştırılmış, piyasa koşullarına bırakılmıştır. Emek kesiminin sermaye kesimi karşısındaki konumu gerilemiş, emeğiyle geçinenlerin gelirleri ve satın alma güçleri azalmıştır.

    “KAMU KESİMİ DENGELERİ SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİLDİR”

    Bütün dünya buradan geriye doğru giderken, kamu daha aktif biçimde devreye girerken, bizde ise neoliberal modele ilişkin bir değişiklik yok. Özelleştirmelerin devam edeceği öngörülmüş. Tarımsal destekler yine yetersiz. Ücretler hedef enflasyona göre belirlenecek deniyor. Daha da vahimi bu kadar yüksek enflasyonun olduğu ortamda asgari ücretin yılda bir kez belirlenmesi kararı alınıyor. AKP hükümetleri döneminde Türkiye’nin yapısal sorunları çözülmemiş aksine ağırlaşmıştır. Cari işlemler açığı yüksek seviyelerde gerçekleşmektedir. Cari açığın en büyük nedeni Türkiye’deki üretim ve ihracat yapısının ham madde ve ara malı ithalatına bağımlı olmasıdır. Bu çok yüksek oranlardadır.

    Kamu kesimi dengeleri sürdürülebilir değildir. Dolayı vergileri dayalı bir vergi yapısı var. Bu vergi yapısı defalarca söylenmesine rağmen 3’te 2’si yüzde 65’i dolaylı vergilere yani mal ve hizmetler üzerinden alınan vergilere bağımlıdır. Çalışma hayatında çok ciddi sorunlar vardır. Hem iş gücüne katılma oranları hem istihdam oranları son derece düşüktür. Türkiye’de iş gücüne katılım oranları yüzde 52-53 seviyelerinde. Ama OECD ortalaması yüzde 70. Bir an için Türkiye’nin iş gücüne katılım oranının yükseldiğini düşündüğünüzde işsizlik oranları bugünkünün 3-4 katına tırmanacak. Çok ciddi bir kayıt dışılık vardır. Sendikalaşma oranı son derece düşüktür.

    “İMALAT SANAYİNİN TEKNOLOJİ YOĞUNLUĞU SON DERECE DÜŞÜKTÜR”

    En vahimi imalat sanayinin teknoloji yoğunluğu son derece düşüktür. İmalat sanayi lokomotif sektördür. Türkiye daha çok düşük ve orta düşük teknoloji sektörlerin ve o sektörlerde üretilen mal ve hizmetlerin egemenliği altındadır. Toplama 100 dediğimizde yüksek teknolojili sektörlerin toplam içindeki payı sadece yüzde 3’tür. Bize benzer ülkelerde yüzde 20’ler seviyesindedir. Bununla Türkiye nasıl dünyayla bütünleşecek? Biz düşük katma değerli üretimle dünyanın fason üretim zinciri olarak niteliksiz emeğe dayanan, kayıt dışı ekonomiye dayanan bir modelle dünyayla bütünleşilmesine karşıyız. 21 yıldan beri iktidarda olan bir siyasi parti var sanki yeni iktidara gelmiş gibi bir kısım şeyler önümüze koyuluyor.

    Yurt içi talebe, üretimin yapısına baktığımız zaman özellikle özel tüketime dayalı bir model var. Doğru olan sermaye stokunu artırarak ekonominin potansiyel büyümesini artıran bir modele ihtiyaç var. Daha çok inşaat sektörü belirleyici. Kamu yatırımları geriliyor. Kamu sabit sermaye yatırımlarının milli gelir içindeki payı 2002 yılında yüzde 4,8’miş, 2024 yılında yüzde 3,4 olarak gerçekleşmesi öngörülüyor. Kamu sabit sermaye yatırımlarındaki gerileme Kamu Özel İşbirliği modeliyle geçmişte kamunun yaptığı yatırımları şimdi özel sektöre yaptırarak çözülmeye çalışılıyor. Çok açık ve nettir bu model yandaş sermayeye, 5’li çeteye kaynak aktarmanın bir mekanizmasına dönüşmüştür. KOİ ödemeleri; 2024 yılında 162,4 milyar lira, 2025 yılında 240,8 milyar, 2026 yılında 270,3 milyar. Toplam önümüzdeki 3 yıl 673,6 milyar lira.

    “TÜRKİYE YATIRIM YAPMIYOR, TÜRKİYE İSTİHDAM ARTIRAMIYOR”

    Türkiye yatırım yapmıyor, Türkiye istihdam artıramıyor. Belirli bir büyüme var elbette ama Türkiye’nin ihtiyacı olan daha hızlı büyümek. Yüzde 4-4,5’ler değil yüzde 6-7’ler Türkiye için ulaşılabilir büyüme hedeflerdir. Kaliteli büyümeyle ulaşmalıdır. Bölüşüm boyutu bugün en önemli sorunlardan biri. Ne acıdır ki 12. Kalkınma Planına baktık bölüşüme ilişkin hiçbir şey yok. Türkiye’nin en büyük problemlerinden birisi gelir dağılımı bozukluğudur, artan, derinleşen yoksulluktur. TÜİK’in istatistiğine göre; en yoksul kesimin milli gelirden aldığı pay binde 9’dur. En zengin yüzde 5’in milli gelirden aldığı pay yüzde 23,3’tür. 26 katı böyle bir dengesiz büyüme modeli olmaz.

    Asgari ücret açlık sınırının altında. Bugün 4 kişilik bir ailede 4’dü çalıştığı zaman ancak yoksulluk sınırına ulaşabiliyorlar. Enflasyon kötülüklerin anasıdır. Ticaret kesimi bazen enflasyona göre kendini ayarlayabilir, artan maliyetlere fiyatlarını aktarabilir. Ama sabit gelirli kesimin enflasyon karşısında savunma yeteneği yoktur. İşçiler, köylüler, memurlar, emekliler, esnaf, zanaatkar gerçekte çok daha yüksek olduğu bilinen enflasyon karşısında ezilmektedir. Bugün insanlar aç, böyle bir ekonomik düzen olmaz. Çiftçiye 16 milyar lira mazot desteği veriyorsunuz 46 milyarı çiftçinin kullandığı mazota ödediği vergiyle geri alıyorsunuz. Böyle bir ekonomik model dünyanın neresinde var?

    “İHTİYAÇTA OLMASINA RAĞMEN İNSANLAR BİR BİÇİMDE ÇALIŞMA HAYATINA KATILAMIYORLAR”

    Bugün bu ülkede atanmayı bekleyen öğretmenler, ziraat mühendisleri, gıda mühendisleri, veterinerler, sağlık teknikerleri, her alanda insanlar var. Bu insanların eğitim gördükleri alanda çalışmasından daha güzel ne olabilir? Ama ne yazık ki ihtiyaçta olmasına rağmen o insanlar bir biçimde çalışma hayatına katılamıyorlar. Bu sorunların çözülmesi için hepimiz uğraşıyoruz. Bakıyorum bu bütçede buna ilişkin hiçbir şey yok. Cumhurbaşkanı 2021 yılının Eylül ayında dedi ki, ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç.’ Böyle saçma sapan bir şey yok. İktisat literatürüne aykırı. 2021 yılının Eylül ayında faiz yüzde 19’du, enflasyon da yüzde 19’du, dolar kuru 8 lira 30 kuruştu. 4 ayda yüzde 19’u yüzde 14’e indirdiniz dolar kuru 4 ayda 18 lira 30 kuruşa 10 lira birden arttı, enflasyon yüzde 36 oldu.

    Kur korumalı mevduat sistemi geldi. Seçimden sonra irrasyonel politikalar seçimden sonra terk edildi. 8,5’e kadar inmiş olan Merkez Bankası politika faizi yüzde 42,5’e çıktı. Dolar kuru 29 lira 23 kuruş, enflasyon yüzde 62-65 bekleniyor yıl sonu. Bu faiz indirimleri olmasaydı bugün enflasyon yüzde 15-20’ydi, dolar kuruda 12-13 lira olacaktı. Bu çok yüksek bir maliyettir ve bu maliyeti bütün toplum ödedi. Bütçe sadece teknik bir metin değil aynı zamanda bir politik metin. Bugün mevcut siyasal yönetim çoğulculuk ve katılımcılıktan uzak, sistemin denge ve denetim mekanizması yok. Bu bir tek adam rejimidir. Böyle bir ucube sistemin dünyanın hiçbir yerinde de benzeri yok. Yasama-yürütme-yargı arasında güçler ayrılığı yok. Hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı yok. Yasama demokratik geleneklere uygun kanun yapımı ve denetim fonksiyonlarını icra edemiyor. Yürütme tek adam yönetimi altında rasyonalitesini kaybetmiş durumda.

    “BÖYLE BİR SİSTEM OLMAZ, BU SİSTEM TÜRKİYE’YE AYKIRI”

    Böyle bir sistem olmaz. Bu sistem Türkiye’ye aykırı, Türkiye’nin tarihsel deneyimine, Türkiye’deki siyasi parti yelpazesine, Türkiye’nin siyasi parti yapısına ve siyasi kültürüne aykırı bir sistemdir. Böyle bir sistemle Türkiye bir yere gitmez. Yurttaşlık zayıflatılmıştır. Hak ve özgürlüklerin taşıyıcı bir toplumsal özneden, devletin zor gücüne ihanet eden itaat eden pasif edilgen tek tip bir konuma sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Demokrasi sadece 5 yılda gidilen bir sandık değildir. Bu demokrasi için şekil şartıdır, gereklilik şartıdır ama yeterlilik şartı değildir. O yeterlilik şartı dediğimiz zaman demokrasinin öz ve içerik olarak zenginleştirilmesi akla gelir. Kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti, özgür basın, düşünce, ifade ve bu doğrultu da örgütlenme özgürlüğü, sosyal haklar, çalışma hakkı bütün bu haklar anayasal haklardır. Ama ne yazık ki bugün bu haklar kullanılamamaktadır.”

     

  • İMAMOĞLU, BEŞİKTAŞ VE GALATASARAY’IN ARDINDAN FENERBAHÇE’Yİ DE ZİYARET ETTİ

    İMAMOĞLU, BEŞİKTAŞ VE GALATASARAY’IN ARDINDAN FENERBAHÇE’Yİ DE ZİYARET ETTİ

    İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Beşiktaş ve Galatasaray’ın ardında Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç’u ziyaret İstanbul’un 2036 Olimpiyatları yolculuğunda en önemli paydaşının kentin üç büyük kulübü olduğuna vurgu yaptı. İmamoğlu, “Olimpiyata ev sahipliği yapmak, büyük bir hedef bizim için. Ve artık gecikmiş bir hedef olduğunu da düşünüyorum. Bir an önce İstanbul’un, iki kıtanın birleştiği yerde, olimpiyata ev sahipliği yapması lazım” dedi. Fenerbahçe’nin son 3 olimpiyat oyunlarına en çok sporcu veren kulüp olduğu bilgisini paylaşan Koç da “İnşallah bizler de sizin çalışmalarınıza, çabalarınıza, hedeflerinize fayda sağlayabiliriz, katma değer sağlayabiliriz. El birliğiyle, güç birliğiyle güzel İstanbul’umuza, bu hak ettiği büyük turnuvayı, olimpiyatları da getirebiliriz. Bizim üstümüze ne vazife düşüyorsa, her zaman hem şehrimiz hem ülkemiz için, emrinizdeyiz” dedi.

    İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, geçen günlerde Beşiktaş ve Galatasaray kulüplerine yaptığı ziyaretin bir benzerini Fenerbahçe Spor Kulübü’ne gerçekleştirdi. İmamoğlu; CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı ve Başkan Danışmanı Murat Ongun ile birlikte Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’u ziyaret etti. Koç, İmamoğlu, Çelik ve beraberindeki heyeti, Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Spor Kompleksi Ülker Stadyumu’nda ağırladı. Fenerbahçe Kulübü’nde olmaktan duyduğu memnuniyeti dile getiren İmamoğlu, “Bu hafta sonu heyecanlı bir derbi vardı” dedi. Bu sözler üzerine araya giren Koç’un, “Heyecansız” sözleri gülüşmelere neden oldu. 

    İmamoğlu şunları söyledi:

    “İSTANBUL’UN 2036 OLİMPİYATLARI YOLCULUĞUNDA EN ÖNEMLİ PAYDAŞI, İSTANBUL’UN ÜÇ BÜYÜK KULÜBÜ: Yeni yılın Fenerbahçe’ye şans ve başarı getirmesini dileyorum ve aynı zamanda Avrupa yolculuğunda üstün başarılar diliyorum. Fenerbahçe  sadece bir futbol kulübü değil. Fenerbahçe, çok şey barındırıyor bünyesinde. Hem Türkiye tarihi açısından çok şey biriktirdi ve barındırıyor hem de tüm amatör branşlar açısından da çok güçlü bir camiamız. 2036 Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları’nın İstanbul’a getirilmesi konusunda kararlı bir yolculuğa çıktık. İstanbul’un 2036 Olimpiyatları yolculuğunda en önemli paydaşı, İstanbul’un üç büyük kulübü. Bu bağlamda ben, Fenerbahçe Kulübü’nün de tüm amatör branşlarıyla birlikte olimpiyat yolculuğumuzda, -tabii önümüzde Paris Olimpiyatları var ama- İstanbul’daki ev sahipliğinde, çok başarılı şampiyon sporcular yetiştireceğine inanıyorum. Olimpiyata ev sahipliği yapmak, büyük bir hedef bizim için. Ve artık gecikmiş bir hedef olduğunu da düşünüyorum. Bir an önce İstanbul’un, iki kıtanın birleştiği yerde, olimpiyata ev sahipliği yapması lazım. Bu doğrultuda özellikle bir sinerji yaratıyoruz farklı spor bileşenleriyle, başta Milli Olimpiyat Komitemiz olmak üzere. Dünya Olimpiyat Komitesi Sayın Başkanıyla çok defalar bu konuyu görüştük, görüşmeye devam ediyoruz. Yereldeki bu dinamizm, tabii ki hükümetimiz, devletimizin bütün birimleri iş birliğiyle bu yolculuğu sürdürmek istiyoruz.

    2027 AVRUPA OYUNLARI’NA DA TALİBİZ: Yakın zamanda olimpiyat sporcuları, kulüpleri ve yöneticilerinin davetli olacağı bir etkinlik düzenleyeceğiz. Davetimizin detayları size ulaştı. İnşallah sizleri de orada aramızda görmek isteriz. Özellikle sporcularımızla görmek isteriz. Biz, olimpiyat oyunlarına yürürken, bir de Avrupa Oyunları’na ev sahipliği yapma hedefini de ortaya koyduk 2027’de. Böyle çok branşlı bir buluşmanın İstanbul’da ilk deneyimi olacak. Ona da hazırlık yapıyoruz. O bilgiyi de önden sizinle paylaşayım. Milli Olimpiyat Komitemizle görüştük, yazışmalar yapıldı. Yakın bir zamanda Milli Olimpiyat Komitesi’yle görüşeceğiz. Çünkü onun statüsü biraz farklı. Yerel yönetim, Milli Olimpiyat Komitesi iş birliği süreci toparlayabiliyor. Biz, 2027’nin şöyle bir avantajını da yaşamak istiyoruz İstanbul’da. Çoklu branşla katılımı olduğu için, o, aynı zamanda 2028 Olimpiyatları için de bir kota zemini olacak. Dolayısıyla, böyle bir fırsat alanı bize yaratabiliyor pozisyonu var. Bir ev sahibi konumunda, aslında 2028’e hazırlanan ve kotada yarışan sporcularımızın olduğu bir ev sahipliği söz konusu. İnşallah biz, 2024’ün ilk haftalarında ya da aylarında bunun müjdesini İstanbul’a da vermek istiyoruz.” 

    KOÇ: FENERBAHÇE, HEM KURTULUŞUMUZDA HEM KURULUŞUMUZDA BÜYÜK VAZİFELER GÖRMÜŞ BİR SPOR KULÜBÜDÜR

    İmamoğlu, Çelik ve beraberindeki heyetin ziyaretinden dolayı mutlu olduğunu kaydeden Ali Koç da “En son buraya seçilmeden önce gelmiştiniz. Dediğiniz gibi; Fenerbahçe, bir spor kulübünden daha fazlası. Sadece sportif açıdan değil, Türkiye Cumhuriyeti’mizin kurulmasında, ondan önce de bu vatan topraklarının kurtulmasında, yani hem kurtuluşumuzda hem kuruluşumuzda büyük vazifeler görmüş bir spor kulübüdür. Bu da tarihe belgeleriyle, anekdotlarıyla geçmiştir. Bir evvelki ziyaretinizde de ifade etmiştiniz; ‘İstanbul’un en büyük üç markası, üç büyük spor kulübü’ diye. Size aynen katılıyorum” dedi.

    “ÜSTÜMÜZE NE VAZİFE DÜŞÜYORSA HEM ŞEHRİMİZ HEM ÜLKEMİZ İÇİN EMRİNİZDEYİZ”

    Fenerbahçe’nin futbol dışındaki branşlarda da güçlü bir pozisyonda olduğunu belirten Koç, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Ata’mız bize, bu genç Cumhuriyet‘te sporu yayma vazifesi vermiş. Dolayısıyla bizler de pek çok branşta faaliyet gösteriyoruz. Avrupa’da rekabet ettiğim pek çok kulübün aksine, bizim bir ‘spor kulübü’ hüviyetinde faaliyetlerimizi devam ettiriyoruz.

    Fenerbahçe’nin son 3 olimpiyat oyunlarına en çok sporcu veren kulüp. İnşallah Paris Olimpiyatları’nda da aynısı olacak, inşallah ev sahipliğini almayı hedeflediğimiz olimpiyatlarda da tavan yaparız diye düşünüyorum. Ülkenin tanıtımı için İstanbul, dünyada marka bir şehir. Ama bugün, uluslararası organizasyonlar, özellikle Olimpiyat, Dünya Kupası, Avrupa Kupası gibi organizasyonlar bir tanıtım alanı. Marka değerini artırmak için çok çok önemli. Ülke olarak zaten son dönemlerde pek çok uluslararası sportif faaliyetleri, turnuvalara ev sahipliği yaptık. Şimdi onu artık büyük bir turnuvayla taçlandırmanın zamanı geldi. Bu bağlamda, inşallah bizler de sizin çalışmalarınıza, çabalarınıza, hedeflerinize fayda sağlayabiliriz, katma değer sağlayabiliriz. El birliğiyle, güç birliğiyle güzel İstanbul’umuza, bu hak ettiği büyük turnuvayı da olimpiyatları da getirebiliriz. Bizim üstümüze ne vazife düşüyorsa, her zaman hem şehrimiz hem ülkemiz için, emrinizdeyiz. Etkinliğinize de Fenerbahçe Spor Kulübü olarak katılacağız. Çok teşekkür ederiz.” 

  • DİDİM BELEDİYESİ’NDEN ÇORBA İKRAMI

    DİDİM BELEDİYESİ’NDEN ÇORBA İKRAMI

    Didim Belediyesi’nin soğuk kış günlerindeki çorba ikramı Didimli vatandaşların ve öğrencilerin yüzünü güldürdü. Didim’de soğuk kış günlerinde Didimlilere, Didim Belediyesi tarafından çorba ikramında bulunuldu. Türkiye genelinde hava sıcaklıklarının düşüşü Didim’de de etkili oldu. Hava sıcaklıklarının düştüğü kentte Didim Belediyesi vatandaşların içini ısıttı.

    Didim Belediyesi’ne bağlı ekipler tarafından kent merkezine ve okullarına koyulan ikram aracı, esnafa ve öğrencilere sıcak çorba ikramında bulundu. İkram aracından çorbalarını alan vatandaşlar Didim Belediye Başkanı A. Deniz Atabay’a teşekkür etti. Didim Belediye Başkanı A. Deniz Atabay, “Soğuk kış günlerinden vatandaşlarımızın içini ısıtmak için ikram aracımızda, çorba ikramında bulunduk. Belirli bir program çerçevesinde çorba ikramımız devam edeceğiz” İfadelerini kullandı.

  • İMAMOĞLU’NA TAŞLI SALDIRI DAVASINDA DURUŞMA ERTELENDİ

    İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, 7 Mayıs’taki Erzurum mitinginde taşlı saldırıya uğramasına ilişkin sanıkların yargılanmasına bugün de devam edildi. Sanıklar beraatlarını isterken, duruşma ileri bir tarihe ertelendi.

    İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Erzurum’a yaptığı ziyarette çıkan olaylara karıştıkları polis kameraları tarafından tespit edilen 28 kişi hakkında 7’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın ikinci duruşması yapıldı.

    Erzurum 7. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya, tutuksuz 10 sanık, müştekiler ve taraf avukatları katıldı. Sanıklardan Ş.Ç savunmasında suçlamaları kabul etmedi. Ş.Ç. “Olay günü Ekrem İmamoglu’nun geleceğini duydum. Onu izlemeye gittim. Miting güzel geçiyordu. Bayram havası vardı. Türk bayrağından başka bayrak yoktu. Başlangıçta bir olay da yoktu. Ekrem İmamoglu geldikten 2 dakika sonra karşı taraftan taslar atılmaya başlandı. Bu taşlardan atılan birisi yanımda duran tanımadığım bir kız çocuğunun kafasına isabet etti. Yaralandı. Ben bu çocuğu kucağıma aldım. Polislere dogru yöneldim. Ben karşı tarafta bulunanlara herhangi bir şey atmadım. Beraatımı talep ediyorum” dedi.

    Diğer sanıklar da önceki savunmalarını tekrar edip beraatlarını istedi. 

    Erzurum 7’nci Asliye Ceza Mahkemesi, dosyadaki eksikliklerin giderilmesi, miting anı ve diğer kamera görüntülerinin gönderildiği uzman bilirkişi raporunun tamamlanabilmesi için duruşmayı 12 Şubat 2024 tarihine erteledi.