PROF. DR. İLHAN TEKELİ: “ŞU DAKİKADA BİR İHTİYACIMIZ VAR: ANKARA'NIN ÖYKÜSÜNÜ YENİDEN ÜRETMEK DURUMUNDAYIZ. BİR KENTTE YAŞAM, ÖYKÜSÜ YOKSA ANLAMLI DEĞİLDİR, DOYUM SAĞLAMAZ”
Ankara Şehircilik Bienali’nde konuşan Prof. Dr. İlhan Tekeli, “Melih Gökçek’in belediye olmasıyla başlayan ve 2017’ye kadar süren bu 23 yıllık dönemde, Ankara'nın o tarihe kadar yok edilmeyen öyküsü yok ediliyor. Şimdi neredeyiz? Melih Gökçek sonrasında Mansur Yavaş belediyeciliği. Bu, geçmişteki belediyeciliğimizden farklı bir belediyecilik. Melih Gökçek belediyeciliği dönemi, birçok proje var. O projelerin hepsi başarısızlığa uğruyor. Toplumla çatışıyor. Mimarlar Odasıyla çatışıyor. Tezcan’a sordum, kaç dava var diye. ‘1500 dava var’ dedi. Şimdi bugün, bir başka, daha sakin, huzurlu ve toplumun daha gelirleri düşük kesiminin ihtiyaçlarını karşılamaya dönük bir belediyecilik var. Şu dakikada bir ihtiyacımız var: Ankara'nın öyküsünü yeniden üretmek durumundayız. Bir kentte yaşam, öyküsü yoksa anlamlı değildir, doyum sağlamaz. Ama bu öykü, artık cumhuriyetin başındaki gibi bir öykü olamaz. Bu öyküyü bir adam yahut bir grup tanımlayamaz. Ankaralılar olarak bizim bir öykü üretmemiz lazım. İşte bu faaliyetler, bu bienal vesaire de bunun bir aracı olduğunu düşünüyorum” dedi.
Şehircilik Kültür Vakfı, Ankara Ticaret Odası (ATO), Ankara Büyükşehir Belediyesi (ABB) ve Ankara Kent Konseyi ortaklığında, 13-26 Kasım tarihlerinde düzenlenen Ankara Şehircilik Bienali ATO Meclis Salonu’nda sürüyor.
DR. ÖZASLAN: “ANKARA, HOCAMIZIN ‘POPÜLER MODERNLEŞME’ DEDİĞİ SÜRECİN KURBANI OLMUŞ BİR ŞEHİRDİR”
Bienalin bugünkü programı, Ankara Kulübü Seymen Gösterisi ve Ankara Kulübü Derneği Genel Başkanı Dr. Metin Özaslan’ın konuşmasıyla açıldı.
Özaslan, şunları söyledi:
“Derneğimiz ATO gibi Ankara'nın en köklü kurumlarından. ATO’muz ticaretin temsilcisi, bir asırlık dev çınar. Ankara Kulübü de biz hep 1932 diyoruz ama geçtiğimiz günlerde burada bir sempozyum yapıldı. Araştırmacılar kayıtlarda 1925 kaydını buldu. Dolayısıyla cumhuriyetin ilk derneği. Seğmenlik geleneği bizim binlerce yıllık geleneğimiz. Bacı Eren geleneği, Anadolu Bacılarının merkezi Ankara olan 800 yıllık ve dünyada modern saiklerle kurulmuş ilk kadın örgütlenmesi olan Anadolu Bacılarının savaşçı kolu gibi köklü gelenekleri yaşatan, Ankara'nın hemen hemen tüm ilçelerinde şubesi olan bir derneğiz. Hocamız çok kıymetli. Ankara'mız için kıymetli. Ülkemizde maalesef yetim kalmış olan, mekan bilimi açısından kıymetli. Ben öğrencisi oldum. Ankara’mız, cumhuriyetin kalbi, ütopyası. Cumhuriyetin yüklediği üç tane temel kimliği var Ankara'nın. Birisi; bu şehir, mazlum dünyanın kalbi. Tüm mazlumların, emperyalizmin ayağında ezilmiş mazlumların kalbi. Bu Kurtuluş Savaşımızla birlikte başladı. Ama sonra unutuldu. Bir diğeri, cumhuriyete de bir şekilde model olan, Ziya Gökalp’in hars medeniyet ayrımından da yola çıkarak, Atatürk'ün de çok benimsediği, alternatif yeni bir medeniyet projesinin bir sentezi olarak ortaya çıktı. Bir diğeri de başkent Ankara, Anadolu'nun kalkınma ve modernleşme lokomotifi oldu ama tüm bu alanlarda da bir ana sahne, bir laboratuvar olarak işlev gördü. Lakin Bülent Ecevit, çok güzel tarif eder: ‘Yarım kalmış bir resim tablosudur’ der başkent Ankara için, gerçekten de öyledir. Hocamızın ‘popüler modernleşme’ dediği sürecin kurbanı olmuş bir şehirdir.
"BU ÜLKEDE, HİYERARŞİK AMA ÜÇ DÜZEYDEKİ YATAYI DA İÇİNDE PLANLAYACAK BİR MEKANSAL PLANLAMA TEŞKİLATINA İHTİYAÇ VAR”
Türkiye'de, hem ulusal ölçekli hem bölgesel hem de yerel bazda planlar yapılıyor farklı farklı kurumlar tarafından. Ama birbirine pek dokunmayan, ne hiyerarşik olarak ne de yatayda bir örgütlenmesi yok. Bilgimiz, becerimiz var. Hocalarımız, çok değerli plancılar yetiştiriyor ama planları uygulayacak bir sistematiğimiz ve planları uygulayacak bir ahlakımız yok. Bu nedenle belediyeler maalesef müteahhitlerin gözde yerleri durumunda. Rantın, talanın gözde yerleri durumunda. Bu nedenle de 10-15 yılda bir enkazlarda on binlerce insanımızı kaybediyoruz, bebeklerimizi topluyoruz. Bu ülkede, bir mekansal planlama teşkilatı, hiyerarşik ama üç düzeydeki yatayı da içinde planlayacak bir mekansal planlama teşkilatına ihtiyaç var.”
Ardından, Ankara Şehircilik Bienali tanıtım gösterimi yapıldı. İlhan Tekeli Şehircilik Kültürü Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi ve Gazi Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Aslı Gürel ile Ankara Kent Konseyi Başkanı ve ATO Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Halil İbrahim Yılmaz, açış konuşmalarını gerçekleştirdi.
DOÇ. DR. GÜREL: “ANKARA ŞEHİRCİLİK BİENALİ, ANKARA KENTİNİN VE TÜRKİYE'NİN PLANLAMA, MİMARLIK VE TASARIM BAĞLAMINDAKİ KAPASİTESİNİ, SERMAYESİNİ GÖRÜNÜR KILMAYI AMAÇLAYARAK KURGULANDI”
Doç. Dr. Gürel’in konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
“Elbette Ankara’nın tarihini, 100 yılla sınırlandırmak mümkün değil. Ancak Ankara Ticaret Odası'nın kuruluşunun, Ankara'nın başkent ilan edilişinin ve Cumhuriyetin ilan edilişinin 100’üncü yılını idrak ettiğimiz 2023 yılı içinde, bu etkinlikte bir arada olabildiğimiz için çok mutluyuz. Vakfımız 2018 yılında, Onursal Başkanımız Profesör Doktor İlhan Tekeli hocamızın önderliğinde, Türkiye'de yerleşmelerin, demokrasinin, insan ve yaşam haklarının evrensel ışığında gelişmesinde katkıda bulunmayı amaçlayarak kurulmuştur. Bu kapsamda vakfımız, bilimsel ve mesleki içerikli faaliyetler düzenleyerek bilimin meslek alanının ve yerleşimlerimizin gelişimini desteklemeye katkıda bulunmaktadır. Ankara Şehircilik Bienali de Ankara kentinin ve Türkiye'nin planlama, mimarlık ve tasarım bağlamındaki zengin ve nitelikli kapasitesini, zengin ve nitelikli sermayesini görünür kılmayı amaçlayarak kurgulandı. Böylelikle Ankara, Cumhuriyet'in kentlerine örnek olacak bir başkent olarak planlanması ve şehircilik kültürü oluşturulmasına yönelik girişimlerden 100 yıl sonra, bu sefer şehircilik kültürü açısından örnek olacak, örnek teşkil edilecek bir bienale de ev sahipliği yapmış oluyor. 2023 Ankara Şehircilik Binali, ‘Kentte Bir Arada Kamusal Alana Dair Güncel Arayışlar’ temasıyla sadece aynı kentte yaşamanın değil, aynı kentte bir arada yaşamanın önemli bir aracı olarak bir yandan kamusal alanın, diğer yandan şehir ve şehircilik kültürünün yeniden oluşturulmasına yönelik fırsatlar yaratmak üzere kurgulandı. Bu kapsamda, ‘Kentte Bir Arada Düşünme, Konuşma, Sorun Çözme’, ‘Kentte Bir Arada Rekreasyon’, Kentte Bir Arada Üretmek ve Öğrenmek’ olmak üzere dört başlık altında etkinlikler planlandı ve sürdürülüyor.”
YILMAZ: “HİKÂYESİYLE, BEŞ MEDENİYETE EV SAHİPLİĞİ YAPMASIYLA BİR BİANELE GEREKLİ OLAN KONULARIN HEPSİNE HAKİM OLAN, HEPSİNİ HAK EDEN BİR KENT ASLINDA BURASI”
Yılmaz, şunları söyledi:
“Bir kent düşünün ki ruhunu anlatsın bir şiir. ‘Ey Ankara, şanlı belde. Kalpak başta, tabanca belde’ diyor Yahya Kemal. Bundan 100 yıl önce, herkes sağına ve soluna bakıp daha stratejik, daha kontrollü yollar ararken kalpağı başına takıp, tabancayı beline koyan, ‘Paşam biz ölmeye geldik’ diyen bir kentin hikâyesini sadece bu şiir anlatabilirdi zaten. Samsun'dan başlayan bu yolculuğun nihayete erdiği kent, 100’üncü yılında, bu 100 yıl önceki iradeyi selamlamaktan başka hiçbir şey yapamaz. 3 bin yıl önce, tarımla toprağı buluşturan Friglerden İskender'e düğümü kestirdikten sonra düğüm çözmeyi aklı kullanmayı öğreten bir kent olmaya dönüşene kadar toprağına bastığımız zaman o toprakta daha önce yürüyen İskender'i, Sezar’ı, Yıldırım'ı, Timur'u, Mustafa Kemal'i anmadığımız müddetçe bu kenti anlayamayacağını bilen bir nesli olarak, Şehircilik Bianeli ile 100’üncü yılda tanışıyor olmanın ıstırabını çekerek, ‘Her şeyin bir başlangıcı vardır’ diyerek yeni umutlarla ikinci yüzyıla koşmaya başladık aslında. Çünkü bu kent, sıradan bir kent değil. Hikâyesiyle, beş medeniyete ev sahipliği yapmasıyla bir bianele gerekli olan konuların hepsine hakim olan, hepsini hak eden bir kent aslında burası.
"LİYAKATI NEFES ALAMAZ HALE GETİRDİĞİ BİR KENT YAPISINI TEKRAR LİYAKATLA BULUŞTURMA ENDİŞEMİZDİ ASLINDA BİZİM HİKAYEMİZ”
Başta İlhan Tekeli hocamızın bir ömür boyu geliştirdiği akademik bakış açısının bu topluma hediyesidir aslında bu bianel. 4 yıldır, bu kentte yılda 300 etkinlik koyan bir yapıyız, bütçesiz olmamıza rağmen. Kentteki bazı sosyolojilerin savaşına rağmen sağına, soluna, yukarıya, aşağıya bakarak ‘Millet ne der’ endişesiyle birbirine tebessüm edemeyen, göçmenlerin zamanı durdurduğu, oluşturulan rant dinine her sosyolojinin kul edilmeye çalışıldığı, kentte fay hattı olmamasına rağmen kafalardaki fay hattıyla kentteki gelişmenin durdurulduğu, kuraklıktan önce fikri kuraklığın kıyama kalktığı, insanların birbirini sevmekte sorun yaşadığı, politikacıların birbirine selam vermekte güçlük çektiği bir kentte; ortak aklı harekete geçirmenin zorluğunun farkında olarak bir savaşın içerisinde bulduk biz kendimizi. Çaresiz bir şekilde sadece sivil taraf ve akademiyayla beraber kentin geleceğiyle ilgili vizyon koyma iradesine aslında mecbur kaldık biz. Gönül isterdi ki kentteki bütün oyuncularla beraber bütün işleri beraber vurgulayalım. Ama buna müsaade etmedi kent sosyolojisi. Kendi mahallesine hapsedilmiş güzel insanların birikimi olan insanların kente katkı yapamayacağı bir çaresizlik içerisinde ortak akla harekete geçirmeye çalıştık biz. Ve yeniden bu ortak akılla beraber kentte birbirine tebessüm etmeyen insanlar, birbirine ‘merhaba’ demeye başladı. Kavgaların, kentleşmeyle ilgili büyük rant dininin kullarının, yüzde 3’lük araziye sıkıştırdığı mimariyle gelecek nesillerin nefes alamaz hale getireceği o çılgın imar düzeninin kentin üzerine çöreklendiği, o vasatın örgütlendiği, liyakata savaş ilan ettiği, liyakatı nefes alamaz hale getirdiği bir kent yapısını tekrar liyakatla buluşturma endişemizdi aslında bizim hikayemiz. Bu bienal o açıdan da belki bize bir nefes olacaktır. O açıdan ‘Şehirciliğin Babası’ İlhan Tekeli Hocamızın eline ve hikâyesine tutunup yeniden nefes almaya çalışıyoruz.
"KENTİN TAMAMINI ÜRETİM MERKEZİ HALİNE GETİRSENİZ BİLE NEFES ALACAK BİR KÜLTÜREL ETKİNLİK KOYMADIĞINIZ MÜDDETÇE O KENT HAPİSHANEDİR, ORADA YAŞAYAMAZSINIZ”
Bienaller, kent yaşamındaki vasatları, kitlenin görmesi, sorgulaması için bir platformdur. Bunun için liyakat sahibi uzmanların, duyarlılık sahibi sanatçıların yenilikçi ve yaratıcı yaklaşımlarla, kentteki mekanlarla çeşitli etkinlikler yaparak mimariyle, kültürle, kentle, yaşamla, ekonomiyle, tiyatroyla, sanatla, kenti tekrar bir araya getirmektir. Türkiye'de kültür-sanatla alakalı bütün alanlar, hobilerin alanı gibi görünüyor, desteklenmesi gereken alanlar zannediliyor. Kültür-sanat alanı, ithal ikamesi olmayan, tamamı cari açık kapatan, kentlere yaşamı, tutunmayı sağlayan bir alandır. Kentin tamamını üretim merkezi haline getirseniz bile nefes alacak bir kültürel etkinlik koymadığınız müddetçe o kent hapishanedir, orada yaşayamazsınız. Orada mimarı olmaz, yaşam olmaz, nefes alamazsınız. Ondan dolayı kültür ve sanatla barışık kentler, daha güçlü kentlerdir. Ondan dolayı Ankara, Cumhuriyetin ilk yıllarında kültür-sanatın bütün renklerini taşırken bir dönem bunlardan vazgeçtikten sonra tekrar bu değerlerle barışma iradesi ortaya koymak durumunda kalmıştır. Ankara Şehircilik Bianeli, Cumhuriyet şehirciliğinin başladığı kentte, yani başlangıçlar kentinde, Ankara'da şehircilik adına yapılan uygulama ve faaliyetlerle bir arada olmak, kamusal olanı aramak için güçlü bir mottoyla ‘Kentte Bir Arada Olmak’ mottosuyla bir araya geldi.
PROF. DR. TEKELİ: “ANKARA BAŞKENT OLDUKTAN SONRA, TÜRKİYE'NİN AYDINLARI VE ULUSLARARASI TEMSİLCİLER ANKARA'YA GELMEK İSTEMİYOR. MUSTAFA KEMAL, KARARLILIĞINI GÖSTEREBİLMEK İÇİN ÇOK SEVDİĞİ İSTANBUL'A 8 YIL AYAK BASMIYOR”
“Ankara’nın Yüz Yıllık Deneyimi” başlıklı ikinci oturumda, İlhan Tekeli Şehircilik Kültürü Vakfı Onursal Başkanı ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Şehir ve Bölge Planlama bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. İlhan Tekeli konuştu.
Prof. Dr. Tekeli, şöyle konuştu:
“Konumuz, Ankara'nın 100 yıllık tarihinin ele alınması. Cumhuriyetin ilanından sonra, Ankara'nın yaşadığı başkent oluşum tarihi çok heyecanlı bir tarih. Ama bunu anlatırken genellikle şöyle bir şey yapılıyor; Cumhuriyet öncesi Ankara'nın çok önemli olmadığı şeklinde atıflar buluyorum. Bunun Ankara'ya bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Ankara, Cumhuriyet öncesinde de çok önemli bir kent. Ekonomik olarak Ankara kentinin bir eyalet başkenti olabilmesi, coğrafyasıyla ilgili bir şey. Bugün bildiğimiz Kale ve onun karşısındaki tepeyi, kervan yollarının kontrol edildiği bir nokta. Ve bu, Ankara'yı böyle bir merkez olmak bakımından önemli kılmış. Osmanlı döneminde de eyaletlerin verdiği vergiler bakımından sıralarsanız Ankara üçüncü. İstanbul, Bursa ve Ankara. Ama Cumhuriyetin ilanından önce 1916’da yaşadığı büyük yangın, cumhuriyete oldukça harap olmuş, zengin mahallelerinin yok olduğu bir kent olarak geliyor. Ankara’nın başkent olarak ilanı, çok önemli bir adım. Genellikle bugün yazılarda, bunun devrimci bir karar olduğu söylenir. Doğrudur bir anlamda. Ama bir anlamda da doğal bir karardır. Kurtuluş Savaşı’nın karargahı ve Büyük Millet Meclisi’nin de karar noktası. Falif Rıfkı Atay, anlatımlarında bunun bir normal karar olduğu üstünde duruyor. Ama bu karar zor bir karardır. Çünkü İstanbul gibi bir başkentin karşısında bir yeni başkent kuracaksınız ve bu İstanbul ile yarışacak. Bu çok pahalı bir karar. Ve bir anlamda cumhuriyet, bu kararı vererek siyasi risk alıyor. Türkiye'nin aydınları ve uluslararası temsilciler Ankara'ya gelmek istemiyor, bekliyorlar ki Mustafa Kemal bu karardan vazgeçsin. Mustafa Kemal, kararlılığını gösterebilmek için çok sevdiği İstanbul'a 8 yıl ayak basmıyor.
"SIFIRDAN ANKARA'NIN İNŞASI İÇİN GEREKLİ KOŞULLARI YAPARAK BAŞLIYORLAR”
Şehircilik konusunda, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan şehir planlama faaliyeti, daha çok harita mühendislerinin elinde gelişen bir faaliyet. Bu faaliyeti, burada uygulamak istemiyorlar. O zamanki mimar şehircilerle burayı ele almak istiyorlar. Demek ki bir kere Osmanlı'dan aldığı şehircilik hünerini yeni bir aşamaya taşıyor, burada bir planlama yapıyor. Yönetim konusunda da İstanbul'daki Şehremaneti kurumunu, Ankara'da da kuruyor. Ve bu Şehremanetinin başına Ali Haydar Bey diye İstanbul'daki çok önemli bir Şehremirini getiriyor. Ankara başkent ilan edilince hemen buraya yabancı şirketler doluyor iş yapmak için. Ali Haydar Bey, bunların hepsini reddediyor çünkü zaten onlara verecek para yok. Ve Ali Haydar Bey, kendisi girişimci olmak istiyor. Yapı malzemesi yok. Onun için buradan bir grupla Avrupa'ya gidiyor. Ve orada, bunların yapılması için ilişkiler kuruyor. Ve dönüyor. Çimento fabrikası, kiremit, tuğla, kereste meselelerini bir sanayi bölgesi halinde bir yere getiriyor. Ve onun yanında da işçiler için konut yapıyor. Bir anlamda, sıfırdan Ankara'nın inşası için gerekli koşulları yaparak başlıyorlar. İşçi yok, Macaristan'dan usta ve işçi getiriliyor.
"BAŞKENT İLAN EDİLMİŞ, BÜTÜN İSTANBUL'DAKİ BÜROKRASİ ANKARA'YA TAŞINACAK. BİNA YOK”
Esas sorun, konut sorunu. Başkent ilan edilmiş, bütün İstanbul'daki bürokrasi Ankara'ya taşınacak. Bina yok. Onlara bina yapılacak. Ankara'nın 1916’da iyi konutlar yanmış, kalan kısımlarını şöyle bir çözüm üretiyorlar. Ankara'da yazın kullanılan bağ evleri var. Bağ evleri, her an kullanılır hale getiriliyor. Şehrin merkezindeki binalar da bölünüyor. Birkaç ailenin yaşadığı hale getiriliyor. Mevcut kapasite, bu nüfusu alacak hale getiriliyor. 1924’te, 583 sayılı kanunla 400 hektarlık bataklık bir alan istimlak ediliyor. Belediye bu alana konut yapmaya çalışıyor. Yapabildiği konut, 198. Gelen nüfus karşısında bu rakam küçük. Bu alan, Yenişehir diye gelişmeye başlıyor ve Lörcher'e bir plan yaptırılıyor. Belediye bu alanın vekillere satılmasını sağlıyor ve bu alanda işte cumhuriyetin ilk modern konutları, kuleli konutlar yapılıyor.
"BİR LİDER DÜŞÜNÜN Kİ 5 BİN KİTAP OKUMUŞ. BU LİDERİN DEĞİŞMEMESİ MÜMKÜN MÜ? SÜREKLİ OLARAK DEĞİŞİYOR VE ONU GELİŞTİRİYOR”
Mustafa Kemal'in buranın başkent ilan edildikten sonra bunun imarı için 1926 yılına kadar gelen kısımdaki bakış açısıyla, 1926 sonrasındaki bakış açısı tamamen farklı. Ve bu 100 yıl kutlamaları konusunda biz bu kırılmayı ve bu gelişmeyi genellikle görmezden geldik. Mustafa Kemal’in 1923-1924’teki konuşmalarını okursanız görürseniz ki Ziya Gökalp'in modernleşme konusundaki düşüncesi paralelindedir. Yani Türkleşmek, İslamlaşmak, muhasırlaşmak, sentezci bir milliyet anlayışına ve modernleşmeyi de bu paralelde düşünme eğilimindedir. Ama 1926’da çok önemli bir değişim yaşıyor. Ve modernleşme düşüncesini, sentezci düşünceden radikal, köktenci modernite düşüncesine geçiliyor. Ve burada yaptığı en bilinen şey, Medeni Kanunun İsviçre’den alıyor. Mecelle’yi geride bıraktığı zaman birçok uygulama arka arkaya değişiyor. Mesela bir başkent, 1926’ya kadar Atatürk heykeline sahip değil. Atatürk heykelleri, 1926-1927’de konmaya başlıyor. Lörcher’in planları bırakılıyor, yarışma açılıyor, 1927’de Jansen Planı ortaya çıkıyor. Ankara'nın bugün efsaneleşen, yüceltilen Jansen Planı, o kırılmanın sonucu. Ondan sonra harf devrimi geliyor. Bu çok normal bir şey. Bir lider düşünün ki 5 bin kitap okumuş, not alarak okumuş. Bu liderin değişmemesi mümkün mü? Sürekli olarak değişiyor ve onu geliştiriyor.
"TÜRKİYE'DE KOOPERATİFÇİLİĞİN HASTALIKLI BAŞLAMASI DA BAHÇELİEVLER, ÜSTÜNDEN OLMUŞTUR”
Ankara İmar Müdürlüğü kuruluyor, Jansen’e çok yetkiler veriliyor. Ve Janssen, 1932’de yarışmayı kazandığı planı geliştirip, uygulama planı haline getiriyor. Bu arada, Türkiye, bir kentin nasıl imar edileceği ve kentteki kentlileşmenin meşruiyet çerçevesini kuruyor. Üç tane yasanın arka arkaya çıktığını görüyoruz. Bu Ankara deneyiminin Türkiye'ye genişletilmesi. 1580 sayılı Belediyeler Yasası, 1593 sayılı Umumi Hıfzısıha Kanunu, 2290 sayılı Yapı ve Yollar Kanunu. Osmanlı'dan devralınan 1882 tarihli Ebniye Yasası kaldırılıyor. Şöyle bir birikimi yok Şehremanetinin: Bir arsa politikası izleyeyim, arsaları hemen satmayayım. Benim stokum olsun diye. Arsaları devrediyor. Devredince fiyatlar çıkıyor. Bu fiyatlar çıkınca plan uygulanamaz hale geliyor. Jansen’e kendi planını ihlal ettiriyorlar. Bahçelievler, böyle bir şeydir. Bahçelievler, Jansen planında yoktur. O dönemin bürokratları, bir kooperatif kurarak, yüzde 100 kredi alarak Bahçelievler'i, lüks konut olarak kurdular. Aslında Türkiye'de kooperatifçiliğin hastalıklı başlaması da Bahçelievler, üstünden olmuştur.
"1945’LERDE, ANKARA HALKI, ARTIK ANKARA'NIN MODERN VE BAŞARILI BİR ŞEHİR OLDUĞU KONUSUNDA HEMFİKİR OLMUŞTUR”
1945’lerde, Ankara halkı, artık Ankara'nın modern ve başarılı bir şehir olduğu konusunda hemfikir olmuştur. Aslında Ankara Projesi, 1923 ile 1945 arasında hedefine ulaşmıştır. Bu hedefine ulaşmakta bir önemli dönüm noktası var. Jansen’in planlarının özelliklerinden biri, Türkiye'nin bütçesi az olduğu için ucuz plan yapmak istiyor. Onun için de yolu daraltıyor. Zaten Fransız baş mimarı Jausseley’in yarışmayı kaybetmesinin nedeni pahalı olması. Bu ucuz planda bir tane kamu aksı var. Ulus-Çankaya. Ve bütün plan bunun üstüne kurulu. Mustafa Kemal'in bağ evi ona hediye ediliyor. Orada yaşamaya başlaması, Ankara planının aksını belirlemiş oluyor. Ama bu tek akslı sistem, kente yeterli zenginlik sağlayamıyor. Ve 1940’tan itibaren Jansen Planı’nda olan ikinci aks oluşuyor. Bu aks Violi Vietti’ye yaptırılan stadyum-hipodrom-Gençlik Parkı aksı, kentin yaşam zemininin zenginleşmesine neden oluyor. Ve o sıradaki vali ve belediye reisi Nevzat Tandoğan ile Jansen arasındaki çatışma sonunda da Jansen’in görevine son veriliyor.
"TBMM’DE GECEKONDU OLGUSU ÇIKTIKTAN SONRA 20 YIL YASALARDA GECEKONDU LAFI YOK”
Cumhuriyet bana göre, ilk 20-25 yılda, bütün zorluklara rağmen bir şeyi başarıyor. Ve aslında Ankara'nın öyküsü denilen şey oluşuyor. Bu öykü yok oluyor sonra. 100 yıllık tarihe baktığımız zaman Ankara'da 1948’lere kadar bir radikal modernite, 1948’den 1980’e kadar popülist modernite, -çok partili rejime geçmiş, bütün partilerin programları değişerek popülist bir karakter kazanmış ve büyük bir kentleşme- 1945 öncesinde Türkiye’de bir tek kentin nüfusu yılda yüzde 6 büyüyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, bütün kentler yüzde 6 büyümeye başladı. Türkiye'nin ne parası ne pulu hiçbir şeyi bu problemi çözmeye müsait değil. Bu popülist modernite döneminde, bu kentleşmenin gerektirdiği kapital birikim yok Türkiye'de. Bunu, kentleşmeyi ucuzlatarak çözebilirsiniz. Ama Türkiye'nin bürokrasi ve siyasetçisi bunu ucuzlatmaya açık değil. Çünkü 1931’da kabul ettiği ve numaralarını verdiği kanunlarla bir kentleşmeye ilişkin pahalı bir meşruiyet çerçevesi çizmişler. O zaman gecekondu, kentleşmeyi ucuzlatan bir çözüm olarak çıkıyor. Ama bu çözümü, bürokrasi bir suç olarak görüyor. 1948 yılında af kanunun çıkıyor. Ama meşruiyet çerçevesinden vazgeçmiyor. Türkiye’nin gecekondunun cezalandırılacak bir şey olarak düşünmekten vazgeçmesi, 1961’de Charles Hart’ın Zeytinburnu Araştırmasıyla oluyor. TBMM’de gecekondu olgusu çıktıktan sonra 20 yıl yasalarda gecekondu lafı yok. 775 sayılı yasa bunun meşruiyetini kabul ediyor. İlk defa Türkiye Cumhuriyeti gecekonduyu tanıyor.
"ŞU DAKİKADA BİR İHTİYACIMIZ VAR: ANKARA'NIN ÖYKÜSÜNÜ YENİDEN ÜRETMEK DURUMUNDAYIZ. BİR KENTTE YAŞAM, ÖYKÜSÜ YOKSA ANLAMLI DEĞİLDİR, DOYUM SAĞLAMAZ”
Bu dönem, 1980’e geldiğinde tamamen tıkanmış durumda. Orta sınıflara konut üretemiyor. Bu sistem, artan arsa fiyatları karşısında konut üretim sürecini ‘yap-satçı’lara vermek zorunda olduğu için cumhuriyetin ilk döneminin konutlarını yıkarak bir apartmanlaşmaya dönüşüyor. Arıtma yok, nehirler pisleniyor, şehirde pahalı linyit yakılıyor ve hava kirliliği ortaya çıkıyor. 1980 sonrasında bir yeni dönem başlıyor. Bu üçüncü dönemde, dünya da dönüşüyor biz de dönüşüyoruz. Dünya bilgi toplumuna, küreselleşmeye, postmoderne, esnek üretime geçiyor. Biz de ucuzlatılmış kentleşme mi; geliri olmayan belediyeden pahalı iş yapabilen, bütçeden pay alan, 3030 sayılı yasayla belediyeciliğin mimarisini değiştiren ve onlara gelir sağlayarak 1950-1980 döneminde ihmal edilmiş meseleleri çözmeye çalışan bir dönem yaşıyoruz. Melih Gökçek’in belediye olmasıyla başlayan ve 2017’ye kadar süren bu 23 yıllık dönemde Ankara'nın o tarihe kadar yok edilmeyen öyküsü yok ediliyor. Şimdi neredeyiz? Melih Gökçek sonrasında Mansur Yavaş belediyeciliği. Bu, geçmişteki belediyeciliğimizden farklı bir belediyecilik. Melih Gökçek belediyeciliği dönemi, birçok proje var. O projelerin hepsi başarısızlığa uğruyor. Toplumla çatışıyor. Mimarlar Odasıyla çatışıyor. Tezcan’a sordum, kaç dava var diye. ‘1500 dava var’ dedi. Şimdi bugün, bir başka, daha sakin, huzurlu ve toplumun daha gelirleri düşük kesiminin ihtiyaçlarını karşılamaya dönük bir belediyecilik var. Şu dakikada bir ihtiyacımız var: Ankara'nın öyküsünü yeniden üretmek durumundayız. Bir kentte yaşam, öyküsü yoksa anlamlı değildir, doyum sağlamaz. Ama bu öykü, artık cumhuriyetin başındaki gibi bir öykü olamaz. Bu öyküyü bir adam yahut bir grup tanımlayamaz. Ankaralılar olarak bizim bir öykü üretmemiz lazım. İşte bu faaliyetler, bu bienal vesaire de bunun bir aracı olduğunu düşünüyorum."