Kategori: Asayiş

  • HAK-İŞ Batman İl Başkanlığından “1 Mayıs” açıklaması

    HAK-İŞ Batman İl Başkanlığından “1 Mayıs” açıklaması

    Turgut Özal Bulvarı üzerinde düzenlenen basın açıklamasına, HAK-İŞ Konfederasyonu Batman İl Başkanı Bünyamin Söğüt, Öz Sağlık-İş Sendikası İl Başkanı Ahmet Altunç, Öz Taşıma İş Sendikası İl Temsilcisi Mahmut Biçer Öz İPLİK İş sendikası İl Temsilcisi Harun kaya ve sendika üyeleri katıldı.

    Hak-İş Batman İl Temsilcisi Bünyamin Söğüt okuduğu basın açıklamasında, KİT’lerdeki işçilerin kadroya geçirilmesi, geçici işçilerin daimi kadroya geçirilmesi, kadroya geçen işçilerin tayin, becayiş hakkının verilmesi ve erken emekliliğin engellenmesi gibi özlük haklarına ilişkin sorunlarının çözülmesini istedi.

    Söğüt, “HAK-İŞ olarak, 1 Mayıs ruhunu en güçlü şekilde yansıtmak için, ekranlarda, dijital platformlarda, illerde ve her yerdeyiz. Salgının etkilerinin devam etmesi nedeniyle emekçi kardeşlerimizle omuz omuza alanlarda olamasak da, 1 Mayıs Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Gününde; Emekçilerin hakkı için, Daha fazla gelir güvencesi ve adaletin tesis edilmesi için, Sosyal ve ekonomik refah için, Sorunların çözümü için taleplerimizi Türkiye’de 81 ilde ve dijital platformlarda sunuyoruz. Tüm emekçilerimiz için daha fazla iş ve gelir güvencesi istiyoruz.” dedi.

    Çalışan emekçilerin hakları hakkında talep ettikleri maddeleri sıralayan Söğüt, “Geçici ve mevsimlik işçilerin sorunlarının çözüme kavuşturulmasını istiyoruz. Herkes için düzenli asgari gelir yardımı sisteminin kurulmasını istiyoruz. Güvenceli esneklik düzenlemelerinin insana yakışır iş çerçevesinde ele alınmasını istiyoruz. Mevcut işyerlerinin ve çalışanların dijitalleşmeye ve yeşil dönüşüme uyum sağlayabilmeleri için adil bir geçişi mümkün kılacak politikaların hayata geçirilmesini istiyoruz. Kamu çerçeve protokolünün kalan maddelerinin uygulanmasını talep ediyoruz. Kamu Çerçeve Protokolü kapsamında KİT’lerdeki işçilerin kadroya geçirilmesi, geçici işçilerin daimi kadroya geçirilmesi, kadroya geçen işçilerin tayin, becayiş hakkının verilmesi ve erken emekliliğin engellenmesi gibi özlük haklarına ilişkin sorunlarının çözülmesini istiyoruz.” ifadelerini kullandı.

    Açıklamasının devamında Söğüt şunları söyledi: “6772 sayılı kanun uyarınca ilave tediye alan kamu işçilerinin kapsamına belediye şirketlerinde çalışanların da dâhil edilmesini istiyoruz. Toplu iş sözleşmeleri ile elde edilen hak ve kazanımların enflasyon karşısında ezilmemesini talep ediyoruz. Tekelci yapıda bulunan sosyal diyalog mekanizmalarının katılımcı bir anlayışla yeniden oluşturulmasını talep ediyoruz. COVID-19 salgınının tüm işçiler için meslek hastalığı sayılmasını istiyoruz. İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin daha fazla yaygınlaştırılmasını istiyoruz. Kayıt dışı istihdam ve ekonomi ile etkin mücadele edilmesini istiyoruz. İşsizlik oranlarının düşürülmesini, genç, kadın ve engelli bireylere yönelik istihdam fırsatlarının oluşturulmasını istiyoruz. Ülkemiz çalışma hayatının ihtiyaçlarına uygun şekilde istihdam seferberliği oluşturulmasını talep ediyoruz. Tüm dünyada ve ülkemizde yaşanan ekonomik dalgalanmalara yönelik tedbirler alınmasını ve emekçilerin enflasyona karşı korunmasını talep ediyoruz. İşimiz, ekmeğimiz ve tüm emekçilerimiz için taleplerimizi yine yüksek sesle haykırmak için meydanlardayız.” (İLKHA)

     

  • İstanbul’un 1 Mayıs bilançosu artıyor! 164 kişi gözaltına alındı

    İstanbul’un 1 Mayıs bilançosu artıyor! 164 kişi gözaltına alındı

    İstanbul Valiliği yaptığı en son duyuruyla, “İstanbul’da ‘1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’ kapsamında bugün Taksim Cumhuriyet Anıtı’na çelenk sunmak, Kazancı Yokuşu’na karanfil bırakmak ve basın açıklaması yapmak, Maltepe Etkinlik Alanında miting yapmak amacıyla talepte bulunan sendika ve sivil toplum kuruluşlarına, valiliğimizce gerekli izinler verilmiştir” dedi.

    Fakat izinsiz grupların Taksim’e çıkmak istediği vurgulanan açıklamada, “Beyoğlu, Beşiktaş ve Şişli kaymakamlıklarımızca 2911 Sayılı Kanun uyarınca alınan kararlara aykırı olarak; izinsiz toplantı ve gösteri yapmak amacıyla yürüyüş yapan ve slogan atan, güvenlik güçlerimizin uyarılarına rağmen dağılmayan ve mukavemetle karşılık veren toplam 164 kişi yakalanmış ve haklarında işlem başlatılmıştır” denildi.

  • TÜRKİYE SİNEMA TARİHİNDE İŞÇİ SINIFINA SANSÜR: ‘BUGÜN İŞÇİ BAYRAMIDIR’ SÖZÜ YASAK

    TÜRKİYE SİNEMA TARİHİNDE İŞÇİ SINIFINA SANSÜR: ‘BUGÜN İŞÇİ BAYRAMIDIR’ SÖZÜ YASAK

    TAMER ARDA ERŞİN- GÜRKAN DEMİRTAŞ

    Akademisyenler Prof. Dr. Semire Ruken Öztürk ve Doç. Dr. Ali Karadoğan iki yılı bulan araştırmalarının ardından kaleme aldıkları “Türkiye’de Sinema Sansürünün Tarihi” eserinde işçi sınıfı ve onun yaşam koşullarını konu alan filmlerin sansüre uğradığını ortaya koydu. Akademisyenlerin 500 bin sayfayı bulan sansür kararları üzerinden yaptığı araştırmada, sanatçılar Yılmaz Güney, Türkan Şoray, Tarık Akan, Cüneyt Arkın gibi isimlerin sansüre uğradığı görülürken sansür konuları dikkat çekiyor. Akademisyenlerin araştırmasında “Bugün işçi bayramıdır” sözünün bile sansüre uğradığı görülüyor.

    Yeşilçam’daki sansür kararları akademisyenler Prof. Dr. Semire Ruken Öztürk ve Doç. Dr. Ali Karadoğan tarafından iki yıl süren bir çalışmanın ardından üç ciltlik “Türkiye’de Sinema Sansürünün Tarihi” eserinde bir araya getirildi. Akademisyenler araştırma boyunca 500 bin sayfayı bulan 26 bin sansür kararını inceledi. Türk sinemasında sansürlenen konular arasında işçi sınıfını ve onun yaşamını konu alan filmler de vardı. Öztürk ve Karadoğan, işçi sınıfı ve onun yaşamını konu alan filmlerin neden ve nasıl sansürlendiğine ilişkin ANKA Haber Ajansı’nın sorularını yazılı olarak yanıtladı…

    Türkiye’de işçileri konu alan filmler ilk ne zaman sansürlenmeye başladı? Bu filmlerin sansür gerekçesi neydi?

    Ruken Öztürk: Bunu uzun konuşabiliriz ama önce belki 96 defterle sınırlı olduğumuzu baştan belirtmek gerekiyor. Yani çalışma alanı ile ilgili bir sınırlılık söz konusu, bizim üzerinde çalıştığımız 96 defter arasında yer alan kararlar içinde işçileri konu alan ilk sansür örneği 1950’lerde geçiyor. Bu konuda da malzeme çok, seçerek örnek verelim, hepsini anlatmak mümkün değil çünkü. Bazen didaktik bir biçimde işçinin olumsuz gösterilmemesi isteniyor, çoğu zaman da sınıf farkına işaret edilmemesi isteniyor.

    “BUGÜN İŞÇİ BAYRAMIDIR” CÜMLESİNE SANSÜR

    Örneğin Zehirli Tütün adlı senaryoda 1952’de alınan kararla bir karakterin ‘işçi işçiyi sever, patronu sevmez’ sözünün çıkarılması istenmiş. 1956’da Çetin Karamanbey’in yazdığı Fakir Kızın Kısmeti adlı senaryo için ‘işçilerin perişan halini göstermemek’ koşulu deftere yazılmış. Bazı filmlerde sınıf farkını ve sefaleti gösteren sahnelerin ya da sözlerin çıkarılması isteniyor. Bir başka filmde işçileri ancak öldükten sonra düşünüyorsunuz anlamında bir cümlenin çıkarılması istenmiş. 1959’da Tütün Zamanı’nda amele çavuşunun tütün toplayacak işçilerle kamyon başında tartışması, bisiklet tekerleğinden bir işçinin yüzüne çamur sıçraması sahnesinden sonra o işçinin çavuşun arkasından ‘tükürdüğünü gösteren sahnenin’ çıkarılması şartıyla filme izin verilmiş. Piknik adlı 1955 tarihli yabancı filmle ilgili karar üç yıl sonra alınmış ve ‘Bugün işçi bayramıdır’ cümlesinin çıkarılması şartıyla filmin halka gösterilmesine izin verilmiş. Film olmasa da aktüalite olarak sınıflandırılan Dünya Haberleri içinde yer alan ‘Moskova ve Varşova’da yapılan 1 Mayıs merasimleri’nin çıkarılma koşulu da 1957’de yazılmış.

    Ali Karadoğan: 1960’larda örnek çok, Sevdaya Koşanlar filminde ‘Küçük işçi çocuğun çocukluk masumiyet ve safiyetine yakışmayacak şekilde’ patronun kıza saldırdığı sahneleri gözetlemesinin çıkarılması isteniyor, küçük bir işçi çocuk var yani. Aşk Bekliyor adındaki hem senaryo kararında hem de filme ilişkin kararda ‘amele parçası’ sözünün çıkarılması istenmiş, yıl 1962.  Bu yıllarda da sınıf farkını açık edecek, halk arasında ‘ayrım varmış intibaını’ uyandıran sahnelerin ve sözlerin çıkarılması isteniyor.

    “DALAVERACI İŞ ADAMLARINA KARŞI”

    Bu dönemde en önemli kararlar 1965’te Ertem Göreç’in Karanlıkta Uyananlar ve Duygu Sağıroğlu’nun Bitmeyen Yol filmleri için çıkıyor. Karanlıkta Uyananlar filminde kanuna aykırı gösteri yürüyüşü sahnesi görülmediği belirtilmiş, senaryonun ‘emek ve sermaye mücadelesini değil, sendikacılık fikrinin telkinine çalışmakta olduğu sonucuna’ varılmış, filmin ‘umumi havası patron aleyhine tahrik değil, karaborsacı ve dalavereci iş adamlarının tutumlarına karşı’ olduğu vurgulanmış, bunun dışında sevişme sahnesinin çıkarılması gibi bazı koşullar ileri sürülmüş ve sonunda tekrar komisyon önüne gelmiş ve film sansürden geçmiş.

    Bitmeyen Yol filmiyle ilgili kararda ‘işçilerin kamyona hücum ettiği mübalağalı sahnenin kısaltılması’ ve sonra tekrar görülmesi isteniyor. Ancak bir yıl sonra 1966’da yapılan denetleme sonucu film reddediliyor.

    “MİLLİ ÖRF VE ADETİMİZE İHANET”

     Gerekçesini uzun aktaralım, ‘Film baştan sona kadar: şehire iş bulmak için indirilen sefil kılıklı köylülerin bazan bir trajedi havası içinde, bazan da insani şartların dışına çıkarak sosyal bünyemizin yıkılması için tahrik edici mücadelesini naklettiği, şehrin en kötü ve en sefil yerlerini, işçilerin en sefil hayat şartları içinde yaşadıklarını belirttiği, bütün iş verenlerin kötü ruhlu, hoyrat, işçiyi hakir gören kişiler olarak gösterdiği, hikayenin kahramanının misafir olarak geldiği erkeksiz evin iffet ve namusuna el uzatarak milli örf ve adetimize ihanet ettiği, film icabı kullanılan trüklerde manevi duygularımızı tezyife giderek seyirciyi ters düşüncelere götürdüğü, reji tekniği, dialog ve aksesuar gibi sinema üslubunun hakimiyeti giren hikayenin bünyemizi zorlayıcı ve yıkıcı bir istidatla karşımıza çıktığı görüldüğünden’ sakıncalı bulunuyor.

    Yapımcısı bunun üzerine itiraz etmiş, film tekrar komisyon önüne geliyor, yine ‘şehrin en kötü ve en sefil yerlerini, işçilerin en sefil hayat şartları içinde yaşadıklarını belirttiği, bütün iş verenlerin kötü ruhlu, hoyrat, işçiyi hakir gören kişiler olarak gösterdiği’ ve diğer gerekçelerle tekrar reddediliyor.

    HÜLYA KOÇYİĞİT’İN SAHNESİNE SANSÜR

    Çoğu izleyicinin yakından bileceği gibi Lütfi Akad’ın yazdığı Diyet adlı senaryoda 1974’te yazılan kararda kadın karakterin senaryonun sonunda ‘balyozla makinaya vurduğu sahnenin çıkarılması’ istenir, nitekim filmde de Hülya Koçyiğit’in oynadığı karakter balyozu eline alır ama makineye vurduğu gösterilmez.

    Ruken Öztürk: Krallar Eğleniyor filminin kararında 1976’da ‘Uluslararası işçi yardımlaşmasına hoş geldiniz’ cümlesi ‘Baloya hoşgeldiniz’ şeklinde değiştirilmiş. Aynı yıl Tunç Okan’ın yönettiği Otobüs filminde işçilerin tutum ve davranışları Türklükle bağdaştırılmamış.

    “ANARŞİSTLER HAKİM SINIF YARATIYOR”

    Ali Karadoğan: 1970’lerin sonunda Yavuz Özkan’ın Demir Yol/Fırtına İnsanları adlı filminde çok sayıda sahnenin çıkarılması istenmiş. Bunlardan bazıları, ayrıntılı aktarırsak şöyle: ‘Senaryoda mevcut olmayıp filmde yer alan, Bülent ve arkadaşlarının gizlendikleri evde söyledikleri ‘Anarşistler hakim sınıfların yarattığı yakıştırmalardır’; Hasan’ın 2 öğrenci ile konuşurken ‘Öğrenciler bir ara tabakadır ancak proletarya sınıfının militanı olabilirler’; Bülent vurulup ölürken ‘Yaşasın halkımızın bağımsızlık savaşı, mücadelemiz sonuna kadar devam edecektir’ sözlerinin, işçi ve öğrencilerin ‘faşistler’ diye bağırdıkları sahnelerin, “Sendikanın grevle ilgili toplantısında işçilerden birinin ‘Bu sınıflar arasındaki mücadelemizin keskinleşmesidir’ söz ve görüntülerin’ kesilmesi istenmiş, ama Basın-Yayın Genel Müdürlüğü ile Kültür Bakanlığı temsilcileri filmin şartsız kabul edilmesini savunmuşlar. Yavuz Özkan kesinlikle izin vermiyor filminin kesilmesine ve bunun üzerine film reddediliyor.

    DANIŞTAY ÇEKİM İZNİ VERDİ

    Maden yine Yavuz Özkan’ın, 1978’de yazılan kararda senaryonun daha önce reddedildiği, buna karşın Danıştay’ın yürütmeyi durdurup çekim izni verdiği, filmin böylece kurul önüne geldiği yazıyor. Bu kararda ‘Patronun sendika yöneticilerine söylediği ‘Buranın sahibi olarak siz milliyetçi sendikacılarsınız diye kolaylık gösteriyorum’ cümlesinden ‘milliyetçi’ ibaresinin çıkarılması’, ‘tahrik edici, bölücü 3.5 dakikalık kısımdaki sözlerin baş oyuncu Cüneyt Arkın’ın yatakhaneye gelirken görünen sahnenin arkasından silinmesi’ gibi koşullar ileri sürülmüş.

    1975 tarihli Melih Gülgen’in yönettiği Babanın Oğlu filmi için 1982’de yazılan kararda ‘işçi ve işveren arasındaki sürtüşmeleri gösterdiği ve 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren faaliyetleri durdurulan DİSK’e bağlı Maden İş Sendikası’nın uygulamakta olduğu grev sahnelerini perdeye aktardığı, bu haliyle de halka gösterilmesinde sakıncalı olduğu’ yazısı da dikkate alınarak, filmin başından ortalarına kadar Adana Valiliğince belirtildiği gibi patron ‘işveren’ işçi arasındaki sürtüşmeleri mübalağalı bir tarzda yansıttığı, bunun yanında adı geçen sendikanın ve diğer grev sahnelerinin filmde görülmediği, filmin devamında ise dialogların yasaları zedeleyici, küçümseyici bir devam ettiği görüldüğünden’ film yasaklanıyor.

     SANSÜR DÜZENLEMELERİ

    Bu konudaki sansür düzenlemesi nasıl yapılmış?

    Ali Karadoğan: Farklı yıllarda nizamname ya da tüzükler var, genel ahlak, güvenlik güçleri, şiddet/suç, din gibi çok sayıda başlıkların yanı sıra işçilerden söz eden elbette bir cümle yok ama bunu ifade eden sınıf başlığı hep bir yerlerde var. Daha önce de vardı.

    1977’deki Filmlerin ve Film Senaryolarının Denetlenmesi Hakkında Tüzük’te 18. Madde içinde b fıkrası ‘Sınıf, din, mezhep, tarikat veya ırk kavgasını körükleyen; devlet veya ulus bütünlüğünü bozucu, bölücü, yıkıcı veya ulusal duygulan incitici etki yapan’ eserleri yasaklar. Ya da 1983’teki tüzükte 19. Maddenin c fıkrası bu kez şöyle: ‘Devletin birkişi ya da zümre tarafından yönetilmesi ya da sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak yolunda propaganda yapan, bu amaçla bir devleti, bir partiyi, bir tüzel kişiliği, bir topluluğu ya da kişileri öven’.

    Ayrı ayrı fıkralardaki maddeleri 1986’daki Sinema Video ve Müzik Eserlerinin Denetlenmesi Hakkında Yönetmelikte tek bir madde içinde çok genel bir şekilde yazıldığını görürüz. Madde 9 şöyledir: ‘Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, milli egemenlik, cumhuriyet, milli güvenlik, kamu düzeni, genel asayiş, kamu yararı, genel ahlak, genel sağlık açısından suç ve suça teşvik unsurunu ihtiva eden, dış siyasete aykırı, milli kültür, örf ve adetlerimize uygun olmayan film, video ve müzik eserlerinin gösterilmesi ve icrasına izin verilmez’.

    Zenginler-yoksullar hakkında ne tür örnekler var?

    Ruken Öztürk: Çok sayıda karar var sınıfsal farkla zengin olmak ya da yoksul olmakla ya da parayla ilgili. Örneğin bir kalıp var, bir şekilde paranın zenginden alınıp yoksullara verilmesi hep itiraz nedeni oluyor.

    “ZENGİNLİK VE FAKİRLİK” SÖZLERİNE SANSÜR

    1947’de Haydut Izdırabı adlı filmde ‘soygunculuk suretiyle elde edilen paraların fakir halka dağıtılması’ sahnelerinin çıkarılması istenirken 1972’de de Kadri Yurdatap’ın Ana’sında ‘Murat’ın ‘eşkıya olması ve zenginden alıp fakire vermesinin’ çıkarılması’ isteniyor. Telli Turnam’da da aynı yıl yazılan kararda ‘Mehmet ve Sabah’ın Kamber Ağa’nın kervanını soyup fakir köylülere dağıttığı sahnenin çıkarılması’” koşul olarak ileri sürülmüş. 1955’te Hayatımı Mahveden Kadın filminin kararında bir anne ‘oğluna mazisi hakkında bilgi verirken ‘baban fakir olduğu için ona kaçtım’ tarzındaki konuşmaların’ çıkarılması, 1958’de Yaprak Dökümü’nde ‘Ali Rıza’nın kızına ‘ben artık fakir oldum, babalık hakkımı kaybettim’ sözünün çıkarılması istenmiş. Rogelio Gonzales’in Yedi Dağın Haydudu filmiyle ilgili 1957 tarihli kararda ‘18. asırda Meksika’da sınıf farkları dolayısı ile zengin zalimlerin fakir halka yaptıkları zulümler ve fakir halkın hürriyet ve aşktan mahrum edildiğ’ sözlerinin çıkarılması istenirken Beter adlı senaryoda 1958’de ‘fakirin yüzü soğuk olur’ sözünün çıkarılması ve aynı yıl Nejat Saydam’ın yazdığı Garip’le ilgili kararda ise ‘Zengin adam rolündeki Şakir’in mütecaviz hareketlerinin esaslı bir şekilde tadil olunduktan sonra’ yeniden incelenmesi isteniyor. Civan Ali adlı senaryoda kadın ve erkek karakter arasında geçen ‘zenginlik ve fakirlik’ sözlerinin çıkarılması talep edilmiş. Suphi Kaner’in Aşk Arabası adlı senaryoda 1962’de ‘Suphi’nin söylediği: Ama onun parası bütün kirleri örter cümlesiyle’, ‘Artık müsaade edin de muhitime döneyim cümlesinin de çıkarılması’ istenmiştir.

    “NAMUSSUZLAR MİLYONERLERDİR” SÖZÜNE SANSÜR

    Ali Karadoğan: Sahara’da 1960 tarihli kararda “-‘kızın küçük çocuğun babasına evlerinde iken söylediği ben fakirim siz zenginsiniz bir arada yaşayamayız sözünün çıkarılması’; Bazıları Sıcak Sever’de/Some Like it Hot ‘Filmin içinde geçen Tony Curtis’in telefonda Marilyn Monroe’ya söylediği ‘Fakir halk tabakaları bütün kazançlarını bize yatırırlar’ cümlesinin çıkarılması’ istenmiştir. Yine Raj Kapoor’a ait Dört Yüz Yirmi filmi için 1960’da yazılan kararda ‘Bombay’da namuslular sefalet çeker, namussuzlar milyonerdir’, ‘para için insanlık canavarlaşıyor’, ‘namus, haysiyet, şeref paraya satılıyor’ cümlelerinin çıkarılması istenmiştir. Aynı yazılan bir kararda da Karın Deşen Jak/Jack the Ripper için ‘filmde sınıf farkı, zengin ve fakir halk sözlerinin kopyalarından da çıkarılması şartı ile halka gösterilmesinde bir mahzur olmadığı’ yazıyor. Koruyucu Şeytan’da da 1963’te ‘Fakir’ sözcüğünün ‘Zavallı’ diye değiştirilmesi isteniyor.

    GÜNEY’E SANSÜR

    1966’da yazılan kararda Yılmaz Güney’in Eşrefpaşalı’da Mıstık’ın söylediği: ‘Allah baba bitleri niye icadetmiş?’ sözü ile Ayşe’nin buna cevaben söylediği: ‘Fakir kulları boş zamanlarında kaşınıp, günah işlemesinler diye’ cümlesinin” çıkarılması istenmiştir. Ayrıca pek çok kararda da dilenmek ya da dilencilik sansüre uğramıştır. Örneğin 1960’larda yazılan Büyük Yemin filminin kararında ‘Caminin önünde el açıp dilenen dilenciye ait sahnenin’ çıkarılması istenmiştir.

    Araştırmanızda kararları yıllara ayırmışsınız. Bu tek parti dönemi ve Demokrat Parti dönemini kapsayan kararlar var. Siyasal iktidarın değişmesinin izleri bu kararlarda görülüyor mu?

    Ruken Öztürk: Kuşkusuz döneme uygun anlatılar var, 1940’larda ya da 50’lerde yabancı ülkelerle ilişkiler, Türklükle ilgili kararlar, Naziler ya da Hitlerle ilgili farklı kararlar varken sonraki yıllarda yoğunluğu azalabiliyor ama bir yandan da genel olarak Türkiye’deki muhafazakar iktidarların sürekliliğini görmek mümkün, örneğin 1940’larda da Türklük ve milliyetçi duygulara ilişkin karar var, 70’lerde de ‘Türkler yemekten önce ellerini yıkarlar’ diye biraz önce aktardık,  Otobüs filmine yönelik sansür var. Defterlerin başlangıcında da sonunda da nüanslar değişse de benzer kararlar görülebiliyor. Komünizm korkusu gibi ideolojik siyasal gerekçeler ya da en çok gözlenen cinsellik, müstehcenlik, sevişme sahneleri gibi konular her zaman var. Eşcinselliğe dair imalar giderek açık kararlara dönüşmüş 80’lerde…

    İsmi sansüre uğrayan filmler var mı?

    Ali Karadoğan: Çok sayıda eserin adı eser sahibinin talebiyle değiştiriliyor ama zaman zaman kurulun da dayatması olabiliyor. Bazı kararlarda isim değişikliğinin kaynağını göremiyoruz yani eser sahibi mi istedi, kurul mu öyle istiyor bilmiyoruz. Birkaç örnek verelim. 1976’da yazılan bir kararda Şerif Gören’in İki Arkadaş/Darbe adlı filmi için, kurul İki Arkadaş ismi yerine Darbe adı ile gösterilmesi talebinin reddine çoğunlukla karar vermiş. 1985’te Abidik Gubidik adlı senaryonun ‘adının değiştirilmesi, argo isimlerin dışında Türkçe kelimelerden oluşan bir isim verilmesi’ isteniyor. İki isim önerisiyle gelen eserlerin de denetlenmesinde kolaylık olsun diye tek isme indirilmesi isteniyor.

    “İDEOLOJİK ŞİİR OLABİLİR”

    Örneğin Aşk İksiri-İnsanları Seveceksin-Yaşamak Güzel Şey adlarıyla gelen bir senaryo için her bir üye farklı tercihini belirtmiş, karar olarak da eser sahibi hangisini istiyorsa onu kullanarak filme çekmesine izin verilmiş. Safa Önal’a ait Güneşe Gidenler’de ‘Senaryo isminin ideolojik mahiyetteki bazı şiirlerle ilgisi olabileceği düşünülerek yeni bir isim getirilmesi’, aynı şekilde Direniş adlı senaryo için de yeni bir isim getirilmesi şartı ileri sürülmüş. Hatasız Kul Olmaz adlı senaryonun kararında da ‘Başka bir ismin getirilmesi’ isteniyor.

    Zaman zaman erotik isimler de değiştirilmiştir. Piç Arkadaşım adlı ‘senaryonun isminin müstehcen olmayacak şekilde değiştirilmesi” talep ediliyor. Enseye Tokat-Masal Masal Matitas adlı senaryo için her iki isim de müstehcen bulunmuş, aynı şekilde Fırlamalar ismi de müstehcen olduğundan reddedilmiş.

    “ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR” FİLMİNE RET

     Sansür kararlarında komünizmle ilgili sansür kararlarında iktidarların bu sistemden duydukları endişeleri gözleniyor mu?

    Ali Karadoğan: Elbette özellikle Sovyetler Birliği ya da Rusya ile ilgili çok sayıda karar var. Absürd bir orak çekiç hikayesi var, yabancı filmciler hesap pusulasına orak çekiç işareti çizmişler diye bir iddia ortaya atıyorlar. Komünizm korkusu, endişesi hep var. Komünizm propagandası yaptığı için Çanlar Kimin İçin Çalıyor filmi reddediliyor 1940’ların sonunda. ‘Yurdumuza yabancı ve milletimiz için zararlı ideoloji mücadelelerinin propagandasının ihtilal sahnelerini ve hareketlerini tasvir etmekle milli seciyemiz ve duygularımıza aykırı olan bu filmin aynı zamanda Amerikan komünist gönüllülerinin propagandasını yaptığı’ gibi gerekçelerle redediliyor. 70’lerde de bolca gerekçe yazılıyor bu konuda. Raj Kapoor’un Palyaço/Mera Naam Joker filminde ‘Lenin ve Rus bayrağının çıkarılması’ koşulu yazılmış karara, karar tarihi 1982.

    “BÜLENT ERSOY’UN BAŞINA GELENLER ÖRNEK”

    Darbelerin sansüre nasıl etkisi olmuş?

    Ruken Öztürk: İşin ilginci ülke tarihi uzun süre darbeler tarihi olduğu için belirgin bir ayrım yok, normalleşilen bir dönemi pek gözlemleyemedik. Normalleşme olsa bu kadar ağır ya da bir yandan absürd sansür kararı olmazdı. 12 Eylül’den birkaç gün önce toplantı yapıyorlar, darbe oluyor, bir iki hafta ara veriliyor sonra çalışmaya kaldıkları yerden devam ediyorlar. Darbeden sonra Bülent Ersoy’un başına gelenler ve Acı Ekmek filminin uğradığı sansür de darbelerin etkisine, o zihniyete bir örnek olabilir.

    “27 MAYIS SAVUNULUYOR”

    Ali Karadoğan: Bu kararlardan Muhteşem Durukan’a ait Haramiler için  ‘senaryonun, genel olarak 27 Mayıs 1960 devriminden önceki siyasi iktidar mensuplarını ve yüksek mevkiler işgal eden askeri ve mülki devlet memurlarını ele almakta ve birçok yerlerde gerçeklere uymayan şekilde konuşturup canlandırılmaktadır. Senaryo, demokratik yolla kanunların himayesinde evvelce faaliyet göstermiş olanları tezyifkar sıfatlarla topyekûn kötüleyerek vatandaşlar arasında husumet ve intikam hisleri doğuracak veya tahrik edecek mahiyette söz ve sahneleri ihtiva etmektedir. Direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 devrimini yapan Milletimizin bütün fertlerinin kıvançta kaderde ve tasada ortak bölünmez bir bütün halinde milli şuur ve ilkeler etrafında topladığı ve yurdumuzun milli güvenlik ve huzura ihtiyacı olduğu bir devrede adı geçen senaryonun film haline intikalini’ yasaklıyorlar. Bu kararda 27 Mayıs’ın savunulduğunu görüyoruz.

    SANSÜRDEN GEÇEN “KARANLIKTA UYANANLAR”

    Bu sansürlerin aşıldığı örnekler var mı?

    Ruken Öztürk: Birçok eser senaryo aşamasından filme kadar defalarca kurulların önüne gelebiliyor, tekrar tekrar değerlendiriliyor, bazen komisyonlardaki üyeler değişiyor, müzakere ediliyor. Bazı üyeler daha liberal, bazıları çok katı. Bazen hemen ikinci denetlemede eser sansürü geçiyor, bazen defalarca gidip geldiği oluyor. Örneğin Karanlıkta Uyananlar’dan söz ettik, şartlı kabul ediliyor tekrar denetleniyor, sonunda sansürden geçiyor. Dinamik bir süreç bu.

    Filmleri sansürlenin genç kuşakların da tanıdığı oyuncu ve yönetmenler var mı? Örneğin Türkan Şoray, Cüneyt Arkın, Yılmaz Güney, Tarık Akan gibi isimlerin filmleri sansürlenmiş mi?

    Ali Karadoğan: Genellikle karakter ismi değil oyuncu ismiyle anıyor sansür kurulu eseri anlatırken. Daha önce Cüneyt Arkın filmlerinden söz ettik örneğin. Yavuz Özkan’ın Maden filminin dijital arşivden ya da filmin dosyasından bir bölümü şöyle aktaralım: ‘Cüneyt Arkın’ın düşünceli olarak yatakhaneye gelişini gösterir 3 dakika süreli görüntü fonda bir kadın sesi temelde ‘faşistlerin her gün işi azıttıkları, camileri tahrik amacı ile bombaladıklarını, yurtsever devrimcileri öldürdükleri, faşizme karşı tüm yurtseverlerin birleşmeleri gerektiği, işçilerin bu cephenin oluşturulmasında öncülük etmesi gerektiği, esprisi yatan kışkırtıcı nitelikte bu konuşma duyulmaktadır. Bu görüntü fonundaki sesin ve metnin tamamen çıkarılması’ koşullar arasında yer alır.

    “ŞORAY’IN SÖYLEDİĞİ TÜRKÜYE SANSÜR”

    Sürtük filminde 1965 tarihli kararda jenerikte Türkan Şoray tarafından söylenen ‘Mış Mış’ türküsünün çıkarılması, 1971’de Asrın Kadını’nda ‘Tarık’ın Türkan’a kumar oynamasına, öğrenmesine ön ayak olması sahnesinin çıkarılması ve Tarık’ın polis şerefine yakışacak şekilde hareket etmesi’, 1972’de Çile’de ‘Dağ evinde depremden evvel Türkan Şoray’ın bası örtülü olarak Allahtan ikisinin de beraber ölmelerini yalvardığı sahnenin çıkarılması’ istenir.

    “ŞORAY’IN SENARYOSU DA SANSÜRE UĞRADI”

    Türkan Şoray’ın senaryosunu yazdığı Bodrum Hakimi Masalı’nda 1975’deki kararda ‘hakim Mefaret’in asılma sahnesine yer verilmeyip, sanıkların mahkemesinde, hakim ve savcı tarafından yalnızca öldürüldüğünün ‘öldürüldü’ denmesi şeklinde belirtilmesi’ istenmiştir, ki bu filmi Şoray yönetecektir. Yılmaz Güney de sansüre çok uğramış oyuncu, senarist, yönetmenlerden. Arkadaş için “Semra’nın söylediği ‘Sınıf açısından bak olaylara’ sözünün ve ‘Melike ile Azem arasında geçen konuşmaların tümünün’ çıkarılması isteniyor. Eşrefpaşalı’da bir karakterin söylediği ‘Çünkü Amerika bizim dostumuz’ ve ‘İngilizce bilmek, aklı başında her vatandaşımızın memleket borcudur, değil mi?’ sözlerinin çıkarılması isteniyor. Ağıt filminde ‘Doktor Hanım’ın Yılmaz Güney’in vücudundan kurşunu çıkarırken hep bir ağızdan şarkı söylenme sahnesinin çıkarılması’ da istenmiştir. Çok sayıda farklı konularda sansür var Güney’le ilgili. Filmin görüntü kalitesiyle ilgili gerekçelerden sahnelerdeki müstehcenliğe kadar. Filmin eskimesi, yıpranmış görüntü ve sesi,  gözleri bozacak şekilde çizik olduğu, sık sık kopukluklar olduğu gibi gerekçeleri çok görüyoruz 80’lerde.

    Ruken Öztürk: ‘Diskotekte zengin çocuklarının fakir olarak görünen veznedar rolündeki Cüneyt Arkın’la olan alay sahnesi ideolojik görüldüğünden çıkarılması’ İki Arkadaş/Darbe filminin 76 tarihli kararında yazıyor. Birçok filminde de Cüneyt Arkın’ın şiddet sahnelerinin çıkarılması isteniyor.

    MAVİ BONCUK DA SANSÜRE UĞRAMIŞ

    Mavi Boncuk filmine ait kararda ‘Tarık Akan’ın Emel Sayın’a, Kemal Sunal’ı kastederek söylediği ‘Yalova da doğduğu için kaymakam diyoruz’ sözüne de itiraz edilmiştir. Yine 70’lerde Çapkın Hırsız filminin kararında ‘Necla Nazır’ın nişanlısı polis şefinden ayrılmasının nedeni olarak polisin vatandaşlara işkence yaptığını belirten; otobüste Tarık Akan’ın gazete göstermesi üzerine polisleri ima ederek Necla Nazır’ın söylediği ‘onların da kız kardeşleri yok mu’ sözünün ve gazetede tefrika halinde çıkıp kesilmiş olan ‘ben bir işkenceci idim’ eski polis sözü ile gazete kuponlarını gösteren sahnenin, Tarık Akan’ın Necla Nazır’a nişanlısını ima ederek ‘sana uzanan elleri kanlı olacaktı’ cümlesinin’ çıkarılması isteniyor.

    SÜRÜ “ULUSUN BÜTÜNLÜĞÜNÜ BOZUCU NİTELİKTE” BULUNMUŞ

    Ali Karadoğan: Yılmaz Güney’in yazdığı Zeki Ökten’in yönettiği Sürü filmi hakkında 1981’de çıkan kararla bitirelim, yoksa örnek çok. ‘Filmin bütünüyle kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı, ulusal bütünlüğü bozucu nitelikte olduğu’ saptanmış ve birçok fıkraya dayanarak gösterilmesi yasaklanmıştır.

     

  • AKP’Lİ BÜLENT TURAN VE JÜLİDE İSKENDEROĞLU, 1915 ÇANAKKALE KÖPRÜSÜ YERİNE FERİBOTU TERCİH ETTİ

    AKP’Lİ BÜLENT TURAN VE JÜLİDE İSKENDEROĞLU, 1915 ÇANAKKALE KÖPRÜSÜ YERİNE FERİBOTU TERCİH ETTİ

    AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan ve Çanakkale Milletvekili Jülide İskenderoğlu, Çanakkale’nin Gelibolu ilçesinde katıldıkları iftar dönüşü 1915 Çanakkale Köprüsü yerine feribotu tercih etti. Gelecek Partisi Çanakkale İl Başkanı Vahap Özsüer, “‘Köprüyü pahalı bulan feribota binsin’ dediler ve yaptılar. 6 dakikada geçiş yerine 25 dakikada geçişi tercih etmenin tek sebebi var; 200 liracık” dedi. CHP Çanakkale Milletvekili Özgür Ceylan ise “Köprü geçişi pahalı geldi galiba” yorumunu yaptı.

    Bülent Turan ve Jülide İskenderoğlu, 28 Nisan’da, Gelibolu’da birtakım ziyaretlerde bulundu. Turan ve İskenderoğlu, daha sonra AKP Gelibolu İlçe Başkanlığı’nın düzenlediği iftara katıldı. İftar sonrası Lapseki’ye geçen Turan ve İskenderoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçiş ücretini “200 liracık” olarak açıkladığı 1915 Çanakkale Köprüsü’nün yerine feribotu tercih etti.

    “KÖPRÜ GEÇİŞİ PAHALI GELDİ GALİBA”

    Gelecek Partisi Çanakkale İl Başkanı Vahap Özsüer, Bülent Turan ve Jülide İskenderoğlu’nun feribotta çekilmiş fotoğrafını sosyal medya hesabında paylaşarak, “‘Köprüyü pahalı bulan feribota binsin’ dediler ve yaptılar. 6 dakikada geçiş yerine 25 dakikada geçişi tercih etmenin tek sebebi var; 200 liracık” dedi.

    CHP Çanakkale Milletvekili Özgür Ceylan ise söz konusu fotoğrafa, “Köprü geçişi pahalı geldi galiba” yorumunu yaptı.

  • POLİS ADALAR BELEDİYESİ’NİN TEKNESİNİN MALTEPE’YE YANAŞMASINA İZİN VERMEDİ. CHP ADALAR İLÇE BAŞKANI AKPOLAT YÜZEREK KIYIYA ÇIKTI

    Adalar Belediye Başkanı Erdem Gül’ün de içinde bulunduğu yaklaşık 100 kişiyi taşıyan teknenin 1 Mayıs kutlama alanı olan Maltepe’deki iskeleye yanaşmasına polis engel oldu. Tekne yaklaşık 1 saat süreyle denizde bekledi. Bu durumu protesto eden CHP Adalar İlçe Başkanı Ali Ercan Akpolat, denize atladı ve yüzerek kıyıya ulaştı.

    İstanbul Valiliği’nin Taksim’de 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlamasına izin vermemesinin ardından, Maltepe medyanı işçi örgütlerinin eylem alanı olarak belirlenmişti. Bu çerçevede geniş güvenlik önlemleri altında Maltepe’de vatandaşlar toplanmaya, işçi ve sivil toplum örgütleri de belirledikleri noktalarda bir araya gelerek alana doğru yürümeye başladı.

    Bu arada, Adalar Belediye Başkanlığı da geleneksel olarak yaptığı gibi bu yıl da 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü tüm İstanbul halkıyla kutlamak için bir tekne kiraladı. Büyükada’dan saat 10.30’da hareket eden teknede başta Adalar Belediye Başkanı CHP’li Erdem Gül ve CHP ilçe örgütü temsilcilerinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 100 kişi bulunuyordu. Ancak polis teknenin Maltepe’deki iskeleye yanaşmasına izin vermedi.

    Tekne yaklaşık 1 saat denizde bekletildi. Duruma tepki gösteren CHP Adalar İlçe Başkanı Ali Ercan Akpolat denize atladı. Akpolat, alkışlar eşliğinde yüzerek denize çıktı.

    Bu arada CHP yöneticilerinin temasları sonucu, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’nün izniyle tekne iskeleye yanaştı.

    Adalar Belediye Başkanı Erdem Gül de ANKA’ya yaptığı açıklamada, belediyenin geleneksel olarak yer yıl tekne kiralayarak toplantı alanlarına gittiğini belirterek, polisin bugünkü tutumunu eleştirdi. Gül, “Bir saat boyunca denizde dolaştırıldıktan sonra nihayet kıyıya çıkmamıza izin verildi. Adalar halkının da tüm İstanbullular gibi alanlarda kutlama yapmaya hakkı var. Bu engellenemez” dedi.

     

  • MECLİS BAŞKANI MUSTAFA ŞENTOP: “ÇOCUKLARIMIZA NEŞE, SEVİNÇ VE UMUT DOLU YARINLAR, BÜYÜKLERİMİZE HUZUR VE AFİYET SÖZÜMÜZ VAR”

    TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Ramazan Bayramı mesajında, “Çocuklarımıza neşe, sevinç ve umut dolu yarınlar, büyüklerimize huzur ve afiyet sözümüz var. Salgın sınırlamalarının hayatımızı tümüyle terk etmeye başladığı bugünlerde küçüklerimiz ve büyüklerimizle birlikte olmaya doyacağımız neşe dolu bir bayram bizi bekliyor inşallah” dedi.

    TBMM Başkanı Şentop, Ramazan Bayramı’nı video mesaj ile kutladı. Şentop’un bayram mesajı şöyle:

    “İbadet ve dualarla orucun hikmetini idrak ettiğimiz; sabır, şükür ve paylaşma duygularını derinliğine yaşadığımız mübarek ramazan ayını tamamlayarak, bayramın neşesine ve sevincine eriştik. Yurt içinde ve yurt dışında yaşayan bütün milletimizin ve İslam aleminin Ramazan Bayramı’nı canı gönülden kutluyorum. Kalplerimizi güzelleştiren, ruhlarımızı incelten, bizleri bir kez daha dayanışma hisleriyle kenetleyen ramazan ayının saygı ikliminin, bütün dünyamıza hâkim olmasını temenni ediyorum. Birliğin, beraberliğin, kardeşliğin, zarafetin ve inceliğin günleri olan bu güzel bayramın, bütün dünyamıza bereket ve mutluluk getirmesini Cenabı Hak’tan niyaz ediyorum.

    “BAYRAMLAR BARIŞ RÜZGARLARININ İÇİMİZE DOLDUĞU GÜNLERDİR”

    Bayramlar; aramızdaki muhabbeti artırmanın yanında, birlik içinde olma şuurunun pekiştiği ve sosyal hayatın tazelendiği, barış rüzgarlarının içimize dolduğu günlerdir. Dargınların kucaklaştığı, küçüklerin büyüklere saygı ve büyüklerin küçüklere sevgi gösterdiği, husumet duygularının terbiye edildiği zamanlardır. Hastaların ziyaretle, küçüklerin hediyelerle gönüllerinin alındığı, ince zevklerin gelenek olup nesillere aktarıldığı neşe dolu şölenlerdir. Tebessümün ve selamın kimsesizlere, yetimlere, yalnızlara ulaştığı günlerdir.

    Bayramların özünde var olan manevi terbiye derinliğinin kalıcı dostluk ve hoşgörüye kapı aralamasına yardımcı olduğu günler olarak telakki edilmesinin gereğine bütün kalbimle inanıyorum. Çocuklarımıza neşe, sevinç ve umut dolu yarınlar, büyüklerimize huzur ve afiyet sözümüz var. Salgın sınırlamalarının hayatımızı tümüyle terk etmeye başladığı bugünlerde küçüklerimiz ve büyüklerimizle birlikte olmaya doyacağımız neşe dolu bir bayram bizi bekliyor inşallah. Sevinç ve neşenizin dostluk ve muhabbetle ziyade olması temennisiyle, Ramazan Bayramınızı tekrar tebrik ediyor, bu mübarek günlerin ailenize, milletimize, İslam alemine ve bütün insanlığa güzellik ve mutluluk getirmesini temenni ediyorum.”

     

  • AYKUT ERDOĞDU: “YETİM HAKKI YİYİP PRADA TERLİK GİYENDEN HESAP SORACAĞIZ”

    AYKUT ERDOĞDU: “YETİM HAKKI YİYİP PRADA TERLİK GİYENDEN HESAP SORACAĞIZ”

    CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suudi Arabistan ziyareti için, “20 yılın hesabını soracağız. Yetimin hakkını yiyip Prada terlik giyenden hesap sorulmazsa önüne gelen bunu yapar” yorumunu yaptı.

    CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu, Semra Topçu’nun KRT TV’de dün akşam yayınlanan “Haftanın Panoraması” programına katıldı. Erdoğdu, “20 yılın hesabını soracağız. Yetimin hakkını yiyip Prada terlik giyenden hesap sorulmazsa önüne gelen bunu yapar” sözleriyle Erdoğan’a tepki gösterdi. Erdoğdu, programda şu değerlendirmeleri yaptı:

    “Bu ülkede adam eritmişler, tespit edilmiş ondan sonra gidip o adamın kapısında para isteyecek kadar küçülenlerden kurtulacağız. 20 yılın da hesabını soracağız. Yetimin hakkını yiyip Prada terlik giyenden hesap sorulmazsa önüne gelen bunu yapar. Onun için hesabını soracağız. Sadece bir yıl kaldı, herkes dişini sıksın, moralini bozmasın, sabretsin.

    “DOLAR İÇİN KAPILARINA GİDİYOR”

    Swap teknik olarak faydası yok, dosta düşmana bizim dövizimiz var denecek. Peki bu duruma niye geldik? Biz hani şunu söyledik; 128 milyar dolar nerede, diye sorduk. İşte o sorduğumuz 128 milyar dolar nerede sorusunun acı sonuçlarıdır bunlar. Türkiye’yi 70 cente muhtaç hale getirdiler. Ve şu gün darbenin finansörü dedikleri Birleşik Arap Emirlikleri’nin kapısına gidiyor, Suudi Arabistan’ın kapısına gidiyor ve bütün dünya alem biliyor ki sadece tek derdi geçici süreyle borç alabilmek.

    “DIŞ BORÇ TEMERRÜDÜNE GİREBİLİRİZ”

    Biz şu an muhtaç hale düştük, sebebi de getirdi damadını ekonomi bakanı yaptı, Türkiye’de veyahut AKP içinde ekonomist yokmuş gibi. Damadıyla birlikte faiz enflasyonun sebebidir dediler bir büyük cehaletle ülkeyi yoksulluğa mahkum ettiler. İşte bunun sonucunda bugün Merkez Bankası’nda eksi 45 milyar dolar var, yani bizim hiç rezervimizin olmaması için sıfır olması için 45 milyar dolar bulmamız gerekiyor. Normalde ülkelerin bir yıllık ihtiyacı kadar rezervi olması gerekiyor, bizim de 170 milyar dolar kısa vadeli bir yıllık borç var, üzerine 30 milyar dolar cari açık koyun 200 milyar dolar kasamızda olsa evet durum iyi diyebiliriz. Oysa kasamızda eksi 45 milyar dolar var. İthalata bağımlıyız her an dış borç temerrüdüne girebiliriz. İşte Erdoğan bu tehlikeyi gördüğü için de ülke ülke gezip döviz dileniyor. Bu hale onlar getirdi ülkeyi…

    “EKONOMİK BUNALIM AĞIRLAŞACAK”

    Şu an Türkiye ağır bir bunalım yaşıyor, yaz ortasından itibaren bu bunalım çok daha derinleşecek ağırlaşacak. Bu ekonomik tabloya bakınca şunu görüyorum Erdoğan bir daha asla seçim kazanamaz. Bir yıl içinde iktidardan gidecek. O yüzden zalimleşiyor.

    ‘40 katır mı 40 satır mı’ arasında uykuları kaçan Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin gururunu da incitici bir biçimde Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan kapısında bekliyor. Bizi bu işin içine Erdoğan ve damadı soktu, Erdoğan iktidarda kaldığı sürece Türkiye’nin buradan çıkması kolay değil.

    “TÜRKİYE’NİN BAŞINA BELA OLDU”

    Şunu düşünün bankalarda kredi kartlarından boğulmuş birinin, kredi kartlarından borca batmış birinin tefeciden borç alması gibi düşünün. Tefeciden borç aldığında günü kurtarır ancak sonuçta çok daha ağır bir duruma düşer. Türkiye Cumhuriyeti şu an makro göstergeleriyle döviz krizine girmeden yaşaması mümkün değil. Bunların tek derdi acaba seçime kadar bu işi götürebilir miyim? Bu da mümkün değil.

    Kaldıkları her gün Türkiye’ye ciddi zarar veriyorlar. Dış borcu artırıyorlar, mevduatları eritiyorlar. Hızla düzelteceğiz, kimse merak etmesin. Erdoğan Türkiye’yi kilitledi ama Türkiye güçsüz bir ülke değil, birkaç sene içinde acılarını sarıp koşmaya başlar. Ama bu şahıs gerçekten Türkiye’nin başına bela oldu, bir yılı kaldı. Yaptığı her şeyin hesabını verecek.”

     

  • KILIÇDAROĞLU: “TÜRKİYE’DE GERÇEK ANLAMDA BİR BAYRAM YAŞANMASI İÇİN, İŞİNİN EHLİ İNSANLARIN GÖREV BAŞINA GELMESİNE İHTİYAÇ VAR”

    KILIÇDAROĞLU: “TÜRKİYE’DE GERÇEK ANLAMDA BİR BAYRAM YAŞANMASI İÇİN, İŞİNİN EHLİ İNSANLARIN GÖREV BAŞINA GELMESİNE İHTİYAÇ VAR”

    CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ramazan Bayramı mesajında, “Türkiye’de gerçek anlamda bir bayram yaşanması için, büyük bir değişime, büyük bir silkinmeye, işinin ehli insanların görev başına gelmesine ihtiyaç var” dedi.

    CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Ramazan Bayramı dolayısıyla bir mesaj yayınladı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun mesajı şöyle:

    “Sevgi ve dayanışma hissinin kalbimizi doldurduğu, rahmet ve bereket ayı olan Ramazan ayını hep birlikte idrak ettik.

    Bayrama kavuşmanın heyecanı yanında, bu Ramazan Bayramı’nda bir başka heyecanımız daha var. Milyonlarca cana mal olan Kovid-19 pandemisini, tüm dünya ile birlikte, yavaş yavaş uğurlamaya hazırlanıyoruz. Ancak pandeminin bize öğrettiklerini asla unutmamalıyız. Dayanışmanın, bir arada olmanın kıymetini öğrendik; ‘Sosyal Devlet’ anlayışının ise, ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladık. Sosyal Devlet ilkesi, halkın büyük çoğunluğunun yoksulluğa mahkûm edildiği ülkemizde, hayati bir konudur. Asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı, ülke nüfusunun ezici bir çoğunluğunun yoksulluk sınırı altında gelir elde ettiği, milyonların enerji yoksunluğu yaşadığı ülkemizde bu yokluk ve yoksulluk asla kader değildir. Türkiye’de gerçek anlamda bir bayram yaşanması için, büyük bir değişime, büyük bir silkinmeye, işinin ehli insanların görev başına gelmesine ihtiyaç var.

    “İHTİYAÇ SAHİBİ HER VATANDAŞIMIZA UZATTIĞIMIZ EL, İKTİDARIMIZDA YAPACAKLARIMIZIN DA TEMİNATIDIR”

    Ramazan ayı boyunca belediyelerimiz aracılığıyla, ihtiyaç sahibi her vatandaşımıza uzattığımız el, iktidarımızda yapacaklarımızın da teminatıdır. Bu güzel ülkede yoksulluğu bitirmek, tükenen adalet ve hakkaniyeti yeniden tesis etmek ve elbette Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmak temel hedefimizdir.

    Bu duygu ve düşüncelerle, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere tüm silah arkadaşlarını, terör örgütlerine karşı mücadelede şehit düşen güvenlik güçlerimizi, Kovid-19 mücadelesinde kaybettiğimiz sağlık çalışanlarımızı rahmetle anıyorum. Sevgi, saygı, barış ve kardeşlik duygularımla, tüm milletimizin Ramazan Bayramı’nı kutluyorum.”

     

  • AYHAN BARUT: BUĞDAY TABAN FİYATINI HEMEN AÇIKLAYIN

    CHP Adana Milletvekili Ayhan Barut, Çukurova’da buğday hasadına sayılı günler kaldığını belirterek, buğday taban fiyatının hemen açıklanması için çağrıda bulundu. Bu yıl fahiş oranda artan gübre fiyatları nedeniyle üreticilerin gübre kullanamadığını ve üstüne zirai don yaşandığını aktaran Barut, “Bu sene buğday veriminde çok ciddi bir kayıp yaşanacak” uyarısı yaptı.

    TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi Ayhan Barut, Türkiye’nin en erkenci buğdayının üretildiği Çukurova bölgesinde, 15 Mayıs’ta hasadın başlayacağı buğday tarlalarından iktidara seslendi. Barut, “Buğday üreticilerimiz tedirgin ve endişeli bir bekleyiş içinde. Neden? Çünkü buğday ekim döneminde aşırı yükselen gübre fiyatları nedeniyle üreticilerimiz gübre atamamıştı. Bu nedenle üreticilerimiz hem rekoltenin, verimin ne olacağı konusunda endişeli hem de 5 liranın üzerinde maliyeti olan üreticiler buğdayı kaça satacaklarını bilmiyorlar” dedi. 

    “YANSIMASI TÜKETİCİYE OLACAKTIR”

    Aşırı yükselen maliyetlerin yanı sıra bu sene buğdayda çok ciddi rekolte yani verim kaybı yaşanacağını aktaran Barut, “Bunun yansıması ise tüketiciye pahalıya mâl olacaktır. Çünkü üretici üretemezse tüketici de tüketemeyecektir. Üreticiyi desteklemek, aynı zamanda tüketiciyi desteklemektir. Sosyal devletin gereği olarak iktidarın muhakkak üreticiyi desteklemesi gerekir” diye konuştu.

    “EKMEK BULAMAYIZ”

    Buğday hasadına sayılı günlere kala iktidarı ve Toprak Mahsulleri Ofisi’ni (TMO) göreve çağıran Ayhan Barut, şunları söyledi:

    “Toprak Mahsulleri Ofisi, eğer çiftçinin kara gün dostuysa buğdayda bir an önce üreticiyi kurtaracak taban fiyatını açıklamalıdır. Her hafta düzenli olarak ithalat yapacağınıza, gelin kendi üreticilerimizin buğdayını destekleyerek alın. Onları zarar ettirmeyin. Aksi takdirde önümüzdeki günlerde tüketicilerimiz ekmek bulamaz hale gelecektir. Bu da sizin vebaliniz ve günahınızdır.”

  • Saray’ı sarsan hırsızlık! Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çocuklara dağıttığı oyuncakları aylardır çalıyorlarmış!

    Saray’ı sarsan hırsızlık! Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çocuklara dağıttığı oyuncakları aylardır çalıyorlarmış!

    T24’ten Asuman Aranca’nın haberine göre, sarayda çalıştığı belirlenen 6 kişi, Erdoğan’ın gezileri sırasında çocuklara dağıttığı oyuncakların tutulduğu, Külliye’nin içinde bulunan Millet Camii’nin altında bulunan depoyu soydu.

    Depodan kolilerce kumandalı arabayı ve oyuncak bebeği resmi araçlara yükleyen görevliler, oyuncakları oyuncakçılara götürerek düşük fiyata sattı.

    Olay, Cumhurbaşkanlığı Koruma Daire Başkanlığı’ndan yapılan ihbarla keşfedildi. İhbar üzerine başlatılan soruşturmada şüphelilerin saraydan yaklaşık 920 bin liralık oyuncak çaldığı ortaya çıktı. Oyuncakları çalan ve satın alan 8 kişi gözaltına alınırken bunların 3’ü tutuklandı.

    İncelemede, bu kişilerin 5 yıldır söz konusu hırsızlığa devam ettiği anlaşıldı. Şüpheli kırtasiyeci M.B.’ni iş yeri deposunda 624, saray çalışanı S.G.’nin evinde ise 36 oyuncak bulundu. Şüphelilerin banka hesapları arasında da banka hareketliliği tespit edildi. Saray çalışanı T.Y. ise 3 saray çalışanıyla beraber oyuncakları çaldıklarını itiraf etti.